Tercih ve Tecrit Arasında

The following two tabs change content below.
Madrigal

Madrigal

Madrigal

Latest posts by Madrigal (see all)

 “İki kadeh şarap biraz rahatlatabilir” ile başlayan her cümlenin sonunda şişenin dibini görmeye çoktan alışmıştım. Sarhoş olarak bastırmaya çalıştığım bu mide bulantısı gitgide artıyordu. Ama sorun yoktu. İkisini aynı anda yaşamak da bambaşka bir deneyimdi. En sonunda günün nasıl bittiğini hiç anlayamamıştım. Gözlerimi açtığımda güneş çoktan tepedeydi ve salına salına kahveyi hazırlarken art arda iki sigarayla başlamıştım bile güne.

Böyle anlarda bastıran artık farklı şeylerin peşinden gitme isteği yine gelip çatmıştı. En son eve geldiğimden beri yerinden hiç kaldırmadığım çantamla göz göze geldim. Her an gidebilme ihtimaline karşı onu hep hazırda tutuyordum sanki. Sonra bir kez daha anladım ki durup beklemenin durup beklemekle devam ettiği günlerden sonra hareket vakti çoktan gelmişti. İçime bir taş gibi oturan bu ağırlıktan en kısa zamanda kurtulmam lazımdı.

Artık çok sıkıldım diye söylenip durdum kendi kendime. Duvarlardan sesimin döküldüğü bu boş odadan, saat başı dolan kül tablasından, bitmek tükenmek bilmeyen düşüncelerden, gündelik konular dışında konuşamadığım bu insanlardan, zamanla hesaplaşması hiç bitmeyip sürekli koşturanlardan,  içine hapsolduğum bu yaşamdan, sürekli kaçmaya çalışmaktan… “Küçük dünyanız sizin olsun!” diyen Tezer’in isyanını iliklerimden derinlerime kadar bir kez daha hissederken artık biliyordum ki kaçıştan bile kaçana kadar devam edecektim.

Çünkü yapılabilecek bir şey yoktu. Bir kere fark etmiştim sonsuzluğa sonuna kadar açılan kapıları… Ve bundan sonra kapıyı çarpıp gitmekten daha iyi bir seçeneğim olamazdı. Derin bir nefes alıp öyle çıkacaktım o kapıdan.

“Belki dünya da benimle birlikte çıkacaktı…”

Bu hakikat çıkmazında kendime bir yer aramam neden, hiç bilememiştim. Ama belki de, bu sefer buldum yerimi dedim; keskin virajlı yollarda hızla ilerlerken, gökyüzü ve yeryüzü arasındaki bu boşlukta. Oysa Pessoa “hayır bulamadın” diye diretiyordu en başından beri.

“Kendini bulabileceğini düşündüğün yer daha acımaya başlamamıştı.”

Ruhsal özgürleşme, dedim. Ruhsal özgürleşme kendisiyle uğraşma ıstırabını yaşayan her insanın ödülü müdür, diye merak edip durmuştum yollar ve yıllar boyunca. “Ruhsal özgürleşme…” Kendimizle uğraştığımız kadar başka ne ile uğraşmıştık bilememiştim. Bu ödülü çoktan hak etmiştik belki de. Sonrasında yolun gizemli çağrısına kulak verdiğimde ardımda neler bıraktığımı hiç düşünmemiştim bile. Sadece kat ettiğim yüzlerce kilometre yol vardı ve ben düşündüğümden daha çok ilerlemiştim. İnsanın seyri diye düşünüp durdum üstüne, insanın seyri ne olağanüstü bir şeydi… Önümde süzülen bu yolda taşın halinden bile bir şeyler anlayabilirdim.

Tüm anlar nesneleşirken gözümün önünde, yalnızlığın bir tercih mi yoksa tecrit mi olduğunu düşünmeye başlamıştım yine. Kimler bu ayrımı yapabilmişti? Sonuçta Thoreau da bu arayışı sonlandırmak için her şeyini bırakıp Walden Gölü kenarına yerleştiğinde cevaba ulaştığını düşünmüştü. Ancak insanın düşünürken kendisine sürekli yanılgılar yarattığını Thoreau da çok iyi biliyordu. Bir gün bu soruya kendim bir cevap verebilecek miydim? Bilememiştim. Ama bildiğim tek bir şey vardı ki, bir daha bulamayacaktı yalnızlık beni bırakıp gittiği bu yerde. Uzun kesintisiz, tek bir şeritte yepyeni yaşamlara açılacaktı hayatım.

“put on an old blues song

let all our troubles be gone

and drive…”

Scroll to Top