BEATNiK SOLUNUMU

The following two tabs change content below.
karkalaki

karkalaki

karkalaki

Latest posts by karkalaki (see all)

Kendimi dinlemekten kulağım çınlıyordu artık. Önce gözümü kapatmıştım. Sonra derin bir nefes aldım. Tek solukta anlatmaya çalışacaktım her şeyi:

Oraya bakmaya devam ediyorum. Bebekken hep tavana bakmıyor muyduk? Doğu’dan Batı’ya bir ritim hüküm sürer. Bir gün İngiliz aristokrasisini 5 çayı ve kriketle deneyimledik. Yellow Submarine yemeği. İkinci gün soluk boruma kaçan yol havası, çay yudumu, Kuzey Denizi esintisi. Gotik mimariye karşı köy sobası. Eulogy ve Kerwane yemeği. Üçüncü gün eski bir 45’lik açtı. Tanımadığım ama samimi sesler, Afgan esintileri. Robert Crumb hakkında konuşurken gülümsedi. Öyle bir yerdeyim ki; dil, tarih, sınır, din yok. Burası bir orman o kadar. Son yalnızlık yemeği.

Yalnızlığımız ona isim bulmakla geçer ilk önce. Sessizlik mi, yoksa gece dinlediğimiz şarkılar mı yalnızlık? Bir kadın sesi olabilir belki. Sonra o ismi buluruz. Fakat zaman geçer. Sessizlik artar, isimler önemini kaybeder ve sen yalnızlığın en saf haline bürünür-sün. Mimiklerin bile yalnızlaşır. Hecesiz günler seni bekler. Kelimeler uygarlığını terk edersin. Sadece yaşam ve sen kalırsın. Güzeldir. O tavanda sayılı günlerim gözümün önüne her geldiğinde ağlayacağım.

Zaman durmuş gibi, saniyeler ileri mi geri mi gidiyor farkında değilim. Çeyrek geçe tren kalkacak ve gideceğim. Atılmadığı varsayılan bir adım atılmış bir adıma dönüşünce hayatın ritmine ayak uydurmak olur. Loş olmalı oda, soru işareti koymalı montundan derme yastığına, montunu sırtına geçirmeli sabah ve kafasına koyduğu şeyi yapmalı sonra. Çünkü ölmek çok kolay, yaşamak çok zor. Yaşamak çok kolay, ölmek yok. Ölümü bile bile yaşıyorduk. Yaşamı bile bile yaşamak o kadar da zor değil. Kalbinin ücra köşelerinde ömrünü arıyormuş gibi. Sakin olmalı. Don’t panic. Dark side. Aynı yok ayrımı. Yok. Sadece Hey You ve bedenin hafiflemesi, yavaşlatıyor zamanı. Dallanıp budaklanmış gökyüzünü delen ağaçlar görürsün bazen. Hangi birine baksan, hangi birini görsen diye düşünürsün. Hareket etmek işte. Hayat durmaz akar, pencereden her baktığında göreceğin şey hareket olmalı. Neo-Beat bir pencere.

Ne kadar çok konuşursunuz. Ne kadar çok bir şey anlatmazsınız. Ne kadar çok susarsınız. Ne kadar çok şey anlatırsınız. Her kelime yeni bir şarap, yeni bir varoluş, yeni bir hiçlik. Yeni bir hiçlik, yeni bir varoluş, yeni bir şarap ise hep sessizlik. Hitchcock sarmalı seninle ölüp gidecek. Ne kadar hüzünlü ve de hiç. Sarmalın aldatmacasına direnen döngü. Bir yanda matrislerin karmaşasının keyfi ve mayhoş refleksleri, diğer yanda basit ve düzlemsel zift. Bu sarmal gezegenin en bakir sarmalı. Ilıman iklim sarmalı. Göçen kuş sürülerinin ve bir türlü göçemeyen kuş sürülerinin sarmalı. Kelimelerin tükendiği ve yeniden ürediği anın sarmalı. Acı ve nefret bu sarmalın dış çeperi, bu sarmal yaşamaya çalışmanın sarmalı. Mesela insanoğlu sırtında elin ulaşamadığı ve kaşıyamadığı yer yüzünden tek eşli oldu. Birisi kaşısın diye. Bunu anlamak daha ne kadar sürecek? Sarmal senin enigman. Lavabodaki senin kusmuğun unutma. Suretlerin ardında bizi bekleyen gizeme aşık olduk. Ağaçlar anlar bizi. Sıkıştık, kurtulduk, sıkıştık, kurtulduk, bak tek ağaca karşında duran, onu da geride bırakacaksın, tekrar sıkıştık. Sanrılar, görüşler, halüsinasyonlar. İllüzyondan başka bir şey değildi yaşam. Son yaprak yere düşünce nefes almayı öğrenebilirim belki. Kalbini aç yuvaya geliyorum.

Kendini, kendimi, yokluğu hiçliğe kavuşturmayı, çok şey anlatan sessizliği Kendimi bulmak için içimi parçaladım. Derimi yüzdüm. Beynimi yedim. Merhaba ben çıplak astronot, ormanın derinliklerinde kendimi arıyorum.

Birden yağmurun sesiyle uyanınca aklımın köşesine yer etmişti. Uzun bir süre daha yolda olacaktım. Yola devam ediyordum. Hiçbir şey her şeydir, her şey hiçbir şeydir diyen adamı anladım demiştim ki araba durdu, otostop çekiyordum, cümleyi unuttum. Yol bir aydınlanma biçimidir. Sessizlik giderek artar yolu duyumsayanda. Beden ve zihin yokluğu güneş gibi aydınlatır varoluşunu. Dinle, bağır, sus. Kalbinin ritmiyle yolu adımla, bedenini yola bırak, DNA haritanı çıkarsalar Hattuşaş’ta aylaklık yapan bir Hititlinin izdüşümü olabilirsin. Herkes kadar konuşup kimse kadar dinleyenler dünyası. Sessiz ve uzun bir yürüyüşü hak ettik. Yolu izlemek biraz müzik dinlemek gibiydi çünkü. Hislerini tercüme ettirecek bir şeyler bulup duruyorsun hep. Sessiz aydınlanma. Sonuç olarak ‘’I am the walrus’’ şarkısı içinde uzayıp giden hüzünlü ton ve psychedelic coşku bütünlüğünü bozmadan voltalamak lazım. Müzik susmadığı sürece yaşam devam edecek bizim için. Yol özgürlük, yol devinim.

Amaçsızlık en büyük amaçtır dedim, güldü. Haklıydı. Seni güldürmek gibi bir amacım yoktu dedim, anlamadı. Aylaklık yaparsın, yağmur yağar, ıslanırsın amaçsızlık amaç olur. Birisi kulağına yavaşça fısıldar: Nereye gidiyorsun? Cevap gecikmez: Yola devam ettikçe oraya varıyorsun zaten. Kusursuz işlenmiş cinayet var mıdır? Kusursuz cümle kurabilir misin? Her kelime ardında ipucu bırakmaz mı? Seni hep bulacaklar. Kaybolmaya çalışma. Zaten kayıpsın.

Kaybolan bir kuşağın daha fazla kaybolan insanlarına ne söylemek isterdin? Belki hiç. Arayış içinde olan birisi sürekli kaybolmuş hisseder. Belirsizlik korkutucu geliyordu. Adım attığı her yer hiçlikti. Çöl kurak ve rüzgarlıydı. Menzilde ben(?) hariç kimse yoktu. Aklıma Matrixten bir söz gelmişti o an: Kaşık da yok Bu yüzden sırt çantası varmış. Hiçbir yatağa aidiyet hissetmemiş. Hep gitmiş. Varoluşa kadar. Yürüme mesafesindeki her şeye ulaşabilirdik. Gözümüzün görmediklerine nasıl ulaşacaktık? Arayış bilinmemezlikle sınırlıydı.

Herkes kendi dünyasını savaştırıyordu. Devletler güç için. Güç zayıflık için. Zayıflık senin için. Sen kimse için. Camus araba kazası geçirdi ve öldü, cebinde kullanılmamış tren bileti bulunmuştu. Galiba trenler bu yüzden varoluşçu. Birisi filmini çekmişti bunun. David Lynch sıradanlığı. Tren istasyonlarında geçen geceler sonrası Henry gözümün önüne gelmeye başlamıştı sürekli. Hani şu kimsenin bir şey anlamadığı Lynch filmi Eraserhead karakteri. Filmi özetlemek mümkün değildi. Sonra aklıma şu cümleler düştü: Sonuçta kurşun kalemle yazılmış bir hayattı. Sürekli silinmeye hazır bir senaryoyu yaşamak gibiydi. Hiç bu kadar net olamazdı hayat. Hiçliğin karanlık tarafından kurtulup varoluşçu olabilir, portakal suyu içip Tarkovski filmleri izleyebilirdik artık.

Ama önce hiç olalım.

Nietzsche’yi düşünürken üstünden geçen bulutlar gibi düşün. Yeryüzünü kutsa. Bedenin bir tiyatro sahnesi. Neden insan olduğu gibi görünmek istemez? Yerçekimi ile sınırladığımız boşluk kavramı kafanın içinden geçiyor. Sonrası uzay boşluğu. Dünyalılar en büyük boşluğun içinde değil mi?

şlerimiz olmasaydı, şarkılara inanmasaydık bu evrende daha fazla nasıl var olabilirdik ki? Imagine.

Aklım karışmıştı bu kadar konuşan insanların arasında. İçimden şarkı söyledim. Sonuçta söyleyecek hiçbir şeyimiz yoktu. Unutmamamız gereken bir şeyi az kalsın unutuyorduk: ‘’Düşünce bedenden önce de vardı. Şimdi ise hareket halinde.’’ Standart bir hayata sahip herkes önemli şeyler düşündüğünü sanır. Halbuki düşünmek için önce yaşamak gerekir. Yaşamayanların arasında sıkışıp kalmıştık. İnsanlar o kadar kapalıydı ki bir şeyleri yazmak zorunda kaldık. Gördüğün kadarını anlatmak için var kelimeler. Yaşamı kelimelere sığdırmak saçma o yüzden. Gözlerine bakıyorum okuduğumda, demişti bir gün. Yaşayarak konuşmak istediğim için, diye cevap vermiştim. O gün yazmaya başladım zaten. Oldum olası kelimelerden nefret ederdim. Kıçımın varoluşa katkısı neyse oydu kelimeler. En azından oturup bunları düşünmemi sağlıyordu.

Kim korkak? Onca şeye rağmen özgürlük iksirini bulamayan insan. Koca okyanus var önünde. İçsene! O sabah klasik bir doğrulama yapmak lüzumsuzdu. Özgürlük bir seçenek olmaktan çıkmalı ve hemen hayata geçmeliydi. Mesela kendine bir söz ver. Hiçbir zaman o sözü unutma. En sonunda sözünü tut. Artık kendine söz dinletemeyeceksin. Dördüncü kez uyandım rüyamda. Üçüncü kez gözümü kapattım. İkinci kez nefes aldım. İlk kez uyuyordum. Nefes alma gereksinimi ve nefesini tutma iradesi. Hayat bu kadar basit ve karmaşık. Umut, her yeni adımda. Her adımda bir kuşku. Her eski anıda yitirmişlik. Ve kelimeler yine sessiz. Tom Waits ile kafiyeli. Uçurumun kenarından batmakta olan güneşe baktı. Güneşle birlikte o da battı.İnsan aşılması gereken bir şeydir.”

Önce adım attım. Sonra yürüdüm. Ve koştum. Yorucu gelmedi ama alternatifi vardı: Önce sordum, sonra cevapladım ve sonunda aydınlandım. Sonunda gözlerimi açmıştım. Bir sonraki nefesi almak için tekrar yaşayacaktım…

Scroll to Top