Latest posts by yoldaprojesi (see all)
- İsyan, Devrim, Başkaldırı – Octavio Paz - 9 Kasım 2024
- Akademik Rüzgarlar - 10 Temmuz 2024
- Academic’N Roll ve Yolda Projesi (Yeni Başlayanlar için Temel Düzeyde bir Giriş) - 3 Nisan 2024
“Budist dinginliğiyle şekillenen yazıları hayalci, politik ve mistik tarzların bir araya getirildiği yazıma örnek teşkil ediyor. Yüzyılın ikinci yarısında büyük bir kadın şair olarak di Prima, şiirde ırk-sınıf kimliğinin bariyerlerini yıktı, kendine özgü, parlak bir yaklaşım sağladı. ” – Allen Ginsberg
Jack Kerouac, Allen Ginsberg, Gary Snyder gibi bir akımın sadece yaratıcıları değil, aynı zamanda dünyaya yayılmayı başarmış bu kültürel dönüşümün uygulayıcılarıyla aynı jenerasyondan gelen, altmışların gerçek cinsel özgürleştiricisi – tehlikeli bir şekilde yazıp çılgınca yaşayan ve son nefesine kadar cesurca seven bir kadındı di Prima. Daima hayal gücünün gelişmesi için koşullar yaratıyor ve bu gelişmeye adanmış bir hayat yaşıyordu. Seks sanata aktı, sanat şiire aktı, şiir dostluğa aktı, dostluk sekse aktı. Bu hayatın tamamı kutsaldı. Bu, kutsallığa karşı bir farkındalıktı.
20. yüzyılın tüm avangart sanat akımlarında karşımıza çıktığı gibi Beat Kuşağı’nda da yoğunlukla erkeklerin hikayeleri erkeklerin ağzından anlatılmıştır. Diane di Prima madalyonun öteki yüzünü bize gösteren Anne Waldman, Joanne Kyger gibi kadın yazarlar arasında ellili, altmışlı ve yetmişli yıllarda sanat ve kültürde meydana gelen değişimlerin ön saflarında yer alan devrimci bir feminist şairdi. Prima, şair ve yayıncı Lawrence Ferlinghetti’nin tanıtımını yazdığı ilk kitabı “This Kind of Bird Flies Backwards” adlı kitabı ile 1958 yılında katıksız bir cüret sergileyerek adını duyurmaya başlamıştı. Diane di Prima’nın elli yılı aşkın süre boyunca devam etmiş ve çoğunlukla şiir, kurgu, anı ve tiyatro olmak üzere birçok türe yayılan eserleri Beat’lerin dünyanın dört bir yanından bir dizi felsefi, dini ve edebi etkiyi eserlerine ne ölçüde dahil ettiğini mükemmel bir şekilde gösteriyor.
6 Ağustos 1934’te Brooklyn’de bir İtalyan-Amerikan hanesinde doğdu. Ailesindeki kadınlar tarafından erkeklerin “zevke dayalı birer ihtiyaç olduğu”, kadınların hayatta kalması için herhangi bir gereklilikleri olmadığı anlatılarak büyütüldü. Emma Goldman ile bağları olan dedesi o dönemlerde sendikalar, doğum kontrolü, sekiz saatlik yasal çalışma süresi ve diğer radikal öneriler anlamına gelen, devrimci gelenekle haşır neşir olan bir İtalyan anarşistti. Böyle bir dünyadan çıktı ve 14 yaşında şair olmaya karar verdi. Onlarca şiir kitabı, düzyazı ve tiyatro oyununun yazarı Di Prima için yazmanın her anı “Tapınağında inzivaya çekilmiş bir keşiş olmak gibi. Bu eylem yazara iletilen bir çağrı, dünya üzerinde biz insanlara sunulan belki de en kutsal şey”. İnsanlar, Beat kadınının ikonik imajının yaratıcısı, doğuştan gnostik Di Prima’nın esrarengiz, ışıldayan karanlığı etrafında pır döndüler. O, siyah bir opal taşından farkı olmaksızın, iyicil ve cömert büyülerin yöneticisi, ücrada kalmış saklı kehanetlerin ileticisiydi.
Şiirinde siyasetin manevi pratiğe tüm yaratıcılığıyla dökülüşü açıkça gözlemlenebilir. Politik ve spiritüelin enerjisi tarafından yönlendirdiği bilinçakışı imgelemleri, özenli biçimlendirmelerle birbirine karışır ve böylece muazzam bir bütünleşme yakalanır. Çalışmalarındaki ana temalardan biri olan kadınlık romantize etmediği bir olgu olarak dikkatleri çeker. Kadınlığı daha çok çetin bir yolculuk olarak ifade eder diyebiliriz. Şiirleri paganizm, Budizm ve komünal anarşizmi yan yana getiren görüntüleri çağrıştırıp şiddetle iğneleyici ve gerçekçiler.
Cinsellik, feminizm, sınıf ve karşı kültürün çeşitli yönleri hakkında yazan Di Prima radikal içeriği nedeniyle hayatı boyunca yetkililer tarafından hedef alındı. San Francisco Ödüllü Şairi, kendini sadece şair olmakla sınırlamadı. New York Poets Theatre’ın kurucularından biri olarak Jack Kerouac School for Disembodied Poetics (Anne Waldman, Gregory Corso, Ginsberg ve Burroughs ile birlikte), Naropa Enstitüsü ve San Francisco Sanat Enstitüsü’nde eğitimci olarak yer aldı. Budizm’in bir takipçisi olarak, aynı zamanda San Francisco Sihir ve Şifa Sanatları Enstitüsü’nün kurucularından biri oldu. Di Prima için “dini yol” bir vizyon, kültürün deneyimini etkilemek adına ortaya çıkmış bir tutkuydu. Fotoğrafçı, kolajist ve suluboya ressamı olarak çalıştı, Timothy Leary’nin California Millbrook’taki psychedelic topluluğuna giriş yaptığı günlerde Beat hareketi ile henüz yeni yeni ortaya çıkmakta olan hippiler arasında önemli bir köprü görevi gördü.
Greenwich Village’da Amiri Baraka ile tanıştı. Üniversiteyi onu sanatsal mücadelesinden, edebi ve sosyal hayatında gerçekleştirdiği eylemlerinden uzaklaştırdığı için bıraktı ve kendine San Francisco’da karşı kültürün içinde önemli bir yer edindi. Di Prima 1950’lerin sonları ve 60’ların başlarını Manhattan’da geçirdi ve burada ortaya çıkan Beat Hareketi’ne katıldı. Bu dönemde kadınların içinde bulunduğu geleneksel gidişat ve davranış biçimlerini reddetti.
New York Poets Theatre ve The Floating Bear’deki çalışmaları nedeniyle birkaç kez ABD hükümeti tarafından suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Kurucusu olduğu New York Poets Theatre şair ve avangart yazarların eserlerini sahneledi Floating Bear Diane di Prima ve LeRoi Jones (Black Arts Movement öncüsü, aktivist Amiri Baraka) editörlüğünde, amacı yeni edebi eserlerin hızlı yayılımı olan bir haber bülteni olarak 1961 yılının şubat ayında ortaya çıktı. Dergi hem Beat yazarları hem de New York Okulu şairleri olmak üzere çok çeşitli edebi yeteneği bir araya getirdi. Bültenin dokuzuncu sayısında, William S. Burroughs’un deneme ve kısa öykü arasında gidip gelen Rutinler‘inden biri olan Roosevelt After Inauguration adlı yazısının yayınlanması üzerine editörler müstehcenlik nedeniyle tutuklandılar. 1963’te di Prima, yayının kapsamını ve yapısını genişleterek editörlüğü tek başına devraldı. Di Prima’nın söylediğine göre polis, şiirinin doğası sebebiyle onu ısrarla taciz etmeye devam etti.
Floating Bear için hem yayıncı hem de yazar olarak çalıştığı dönemlerde Revolutionary Book adlı kitabında toplanmış şiirleri yeni yeni ortaya çıkmaya başlıyordu. Stil olarak Allen Ginsberg’ün ham şiirlerine benzerlik gösteren bu eserler yine benzer şekilde doğrudan serbest vezin ile yazılmışlardır. Bu devrim niteliğindeki mektupları altmışların başlarında pek çok şey olurken yazmaya başladı. New York’ta şair Sam Abrams düz yataklı bir kamyon ve bir amfiyi çalıştıracak bir jeneratör kiraladı ve sokaklara çıktılar. Radikal sayılan bazı halk şarkıcıları, sokak tiyatrosu yapan gerilla tiyatrocuları ve şairler New York’un her yerini dolaştılar. 67 -68 civarında suikastların olduğu yıllardı bunlar. Kamyon üzerinde şiirlerini okurken fark etti ki yazmış olduğu şiirler bu tür bir performans için fazla entelektüellerdi. Böylece “Revolutionary Letters” daha basit, vurucu boyutuyla öne çıktı. Özünde şiir de olsalar, bunlar zamanın büyük anarşist hayalperestlerinin dostu, ona dört yaşında Dante okumaya başlayan dedesinin anılarına ithaf edilmiş tek seferlik yumruklardı.
Di Prima, genç bir kadın olarak yüzyıl ortasının büyük ölçüde erkek güdümlü sanatsal ve sosyal topluluklarındaki deneyimlerini detaylandıran iki temel otobiyografide hayatını belgelemiştir. Bunlardan ilki Memoirs of a Beatnik (1969), şairin 1950 ve 1960’ların New York’unda keşfettiği toplulukların ve dramatik sosyal gruplaşmaların yarı pornografik (ve yarı kurgusal) bir temsilidir. Di Prima’nın deneyimlerinden atomik parçalar olarak ortaya çıkmış olan bu kitap ilk kez 1969’da yayınlandı ve üzerine eklenen şiir koleksiyonlarıyla defalarca yeniden basıma girdi. Kitap tüm cüretkarlığıyla, bir kadının perspektifinden o vahşi dünya sahnesine şahitlik yaratıyor, yazarın sosyal konumunu pornografik bir öz betimleme ile iletiyor.
Memoirs of a Beatnik özgür olmanın derinliğinin önemini ortaya koyuyor. Kapaktaki görüntüsünde yazarın bakışları düşünceli bir şekilde aşağıya bakarken iri gözleri kapalı. Arkasındaki duvarda bir görüntü göze çarpıyor; iki çıplak kadın anlamlı bir şekilde arkalarına yaslanmış. Kendini ve “Beat” mitosunu bilinçli bir şekilde parodileştirirken, aslında yine de genç bir kadın olarak aşk biçimlerini yansıtıyor. Yatağını “Runaway Julie” olarak adlandırdığı bir kadınla paylaşan 15 yaşındaki Jack, “Sanki sevişmek için doğmuş gibiydi. Beni nasıl becerdiğini hala hatırlıyorum, hevesli ve kutsayan biçimde” diye yazıyor. Di Prima tüm açıklığıyla, Jack’in Runaway Julie’yi “hızlı, küçük ama nefes kesen bir orgazm uçurumunun kenarlarına” götürüşünü detaylandırıyor. Benzer şekilde, bir seks partisini Allen Ginsberg ve Jack Kerouac ile ilişkilendirirken “üzerinde çılgınca kıvranıp, eğilip bükülürken” diye tanımladığı zevk anı kendi arzusunu merkeze getirerek, odağı erkek cinsel maharetinden kadınsı tatmin ve kontrole kaydırıyor. Cıvıl cıvıl bu sahneye ek olarak Prima’nın adet döneminin zamanlaması da yerindedir; odadakilerin hepsi bir şeylerle oyalanırken o, teatral bir jestle bir köşeye bir tampon fırlatır. Feminizm 1960’ların aktivist hareketleri tarafından kamuoyuna duyurulmadan çok önce, di Prima savaş sonrası edebiyat sahnesinde çağdaşlarının çoğundan çok daha radikal bir kararlılık sergileyerek öne çıktı. Erkek egemen kurum ve durumlara karşı genç bir kadın olarak birçok şeyi riske etti.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’da radikal bir şekilde dönüşmekte olan sosyal manzaraya bir sorgu şeklinde yazılan Recollections of My Life as a Woman macera ve kırılganlık dolu bir hayatı anlatıyor, yazarın 1950’lerde evlenmemiş bir anne olarak karşılaştığı tehlikeleri dile getiriyor. “Hem bekar bir anne hem şair olabilir miyim?” merakını, sanat ve kültürel aktivizm biçimleri arasındaki ilişkileri araştırıyor. Amerika’ya göç etmiş muhafazakar bir İtalyan-Amerikan ailesinde büyüyen di Prima, “Bir erkekle yaşamak istemediğime karar verdim” diyor. “Aile ile edindiğim büyüme deneyimi bana erkeklerle yaşamanın iyi bir fikir olmadığını düşündürdü. Bir sürü sevgilim vardı ve insanlara çocuk sahibi olmak isteyip istemediklerini sordum, herkes benim deli olduğumu düşündü ve sonunda sormayı bıraktım – sadece hamile kaldım ve 22 yaşında Jeanne’i doğurdum.” Ona göre babalık kavramı erkekten çocuğa çok az ilhamın aktarıldığı, efsanevi, asılsız bir ilişkiydi. Bir bebek sahibi olmanın sanatına getirebileceği risklerin farkında olmasına rağmen, hem anne hem de şair olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmesi gerektiğini söylüyordu, o geniş yürekliliğe sahip olmayı, onu tatmayı diledi. Di Prima asla aşırı optimistik bir idealist olmadı. Dönemin sınırlamalarını ve yapısındaki bozuklukları anladı ve bunları Recollections of My Life as a Woman’da kişisel ve mecazi olarak aktardı. Kitapta “Belirli zamanlar, belirli dönemler, gerçekte olduklarından daha fazla olarak hayal gücünde yaşarlar” diye yazıyor, “ve her zaman onları yaşamak için ödenmesi gereken bir bedel vardır. Yakından bakarsanız, mitoloji ile günlük yaşam arasındaki sınırın bulanıklaştığı zamanlar bunlar.” Di Prima, anneliğin ve kültürel saldırıların zorluklarına, görünüşe göre, tükenmek bilmeyen bir çalışma iştahıyla yanıt verdi. Beş-altı aylık hamileyken ilk kızı için yazdığı Song for Baby-O, Unborn;
Doğmamış Bebek
Canımın içi
doğduğun zaman
burada bulacağın şey
bir şair
çoğu insanın tercih etmeyebileceği biçimde.
Asla acıkmayacağına
ya da hiç üzülmeyeceğine dair
sana söz vermeyeceğim
bu bıkkın
kırgın
kürede.
Ama sana gösterebilirim
bebeğim
kalbini sonsuza kadar kıracak şekilde sevmeyi.
Sıklıkla bir Beat şairi olarak hatırlansa da bu dönem onun gidişatının yalnızca başlangıcına işaret eder. 1964 yılında di Prima’nın yakın arkadaşlarından oyuncu Fred Herko, Cornelia Caddesi’nde altıncı kattan atlayarak intihar etti. Herko’nun ölümü di Prima’nın New York’u neredeyse sonsuza dek terk etmesine neden oldu. Yanında ailesiyle birlikte önce New York’un yukarısına doğru yola çıktı – Timothy Leary’nin Millbrook’taki deneysel LSD topluluğunda yaşadı – ve 1968’de San Francisco’ya yerleşti. Burada anti-kapitalist eylemci ve aktörlerden oluşan sokak tiyatrosu grubu Diggers’a katıldı. Revolutionary Letters adlı şiir koleksiyonu, Diggers’la geçirdiği zaman içinde ortaya çıktı. O zamanlar bir süre için buzdolabının üstünde bir “Bedava Banka” sı vardı – ihtiyacı olan herkes için sadece parayla dolu bir ayakkabı kutusu.
Di Prima 1968 yılının yarattığı heyecanla yazmaya başladığı, ütopik anarşizm ve zen felsefesinden renkler kattığı ekolojik farkındalık mesajları ile dolu güçlü şiirlerini Revolutionary Letters adıyla yeraltı gazeteleri üzerinden yaymaya başladı. 1971’de Lawrence Ferlinghetti, ikonik Pocket Poets serisinde bu şiirlerin ilk koleksiyonuna yer verdi ve di Prima, koleksiyonu her seferinde genişleterek sonraki dört baskıyı yayınlamaya devam etti. Hayatının son yıllarında bile, di Prima, daha önce yayınlanmış tüm “mektuplarını” toplayarak ve yeni çalışmalarını ekleyerek ömür boyu süren bu proje üzerinde çalışmayı sürdürdü. 68’de batı kıyısında ücretsiz yemek dağıtan ve her gün öğle saatlerinde insanları işlerini bırakmaya ikna etmek için belediye binasının basamaklarında okumalar gerçekleştiren Digger’larla birlikte çalışıyordu. Burada şiirlerini Peter Coyote ile müzik eşliğinde okurdu.
Bu dönemde New York veya San Francisco gibi yerler yaratıcı olanaklarla dolup taşıyordu. Di Prima bu yerleri, “Sanatçılar açısından çok şey oldu ve bunun her zaman böyle olmadığını fark etmedik bile. Bir filmi görmeye gitmediğiniz, birinin yeni dansını izlemediğiniz ya da bir dansın provasına katılmadığınız, Poet’s Theatre için prova yapmadığınız hiçbir gece yoktu, bilgi miktarı çok büyüktü.” diye anlatıyor. Yazıları devam eden bu faaliyetlerin atmosferinde gelişti. Sanatçılar, eleştirmenlerin o zamana kadar reddettiği şeyleri coşkulu ve sürekli, dikkat çekici bir pratikle ortaya koydular.
Aşırı uyuşturucu kullanımı, federal yasalarla çatışan devrimci coşkular ve sosyal sınırları bulanıklaştıran sanat, ilgilileri üzerinde baskı oluşturuyordu. Di Prima şiiri hakkında şöyle yazıyor: “Düşüşümüz çok güzeldi. Dini, aileyi, toplumu, ahlakı Güzel’in yerine koyan, kendimizi Güzel’in hizmetinde gören bizler için hiçbir uyarı kabul edilebilir değildi. O’nun hizmetinde düşmek derinlere – bu en büyük lütuftu.”
San Francisco’ya taşındığı dönemden önceki şiirleri devrimci, özgürlükçü sosyalizme dair izler taşırken sonrasında, özellikle Loba adlı koleksiyonunda di Prima’nın çok çeşitli felsefelere yoğunlaştığı, feminizm ve mitoloji üzerine çalıştığı görülür. Dişi kurt, başta tek sayfalık bir şiirken buradan sekiz sayfaya ulaşmıştır. Otuz yıl sonra ise artık 300 sayfalık bir kitap haline gelmiştir. Yazarın söylediğine göre, daha yüzlercesi yayınlanmadan kalmış.
Birçok mitten, kozmolojiden, felsefeden yararlanan Loba, daha başlığın kendisinden, “Roma mitolojisinin dişi kurdu” ile olan bağlantılarından başlayarak karmaşık bir metinlerarası referanslar ağı oluşturur. Aynı zamanda “Meksikalı La Loba'” veya kemik kadın, yaşamın ters döngüsünü temsil eden kurt kemikleri koleksiyoncusudur. Kadın merkezli bu çalışmada yer alan iki yüzden fazla şiir, dişi kurt tanrıçasına birçok enkarnasyonu ile hitap ederek, tarihsel, mitolojik ve dini metinler aracılığıyla kadınların çoklu temsillerinin feminist bir haritasını oluşturuyor.
Şairin 1970’lerin başında yazmaya başladığı bu feminist destan çok çeşitli ulusötesi metinlerden yararlanıyor. Kadın temsillerini gözden geçirmek ve bunlara meydan okumak için mitolojik ve dini metinlerle el ele ilerliyor. Bu uzun epik şiir, di Prima’nın eserlerinde dünya edebiyatlarının etkisine bir tanıklık sunuyor. Bir örnek olarak, Kitap I, bu metinsel etkilerin çeşitli kökenlerine şahitlik eden iki alıntıyla başlıyor. İlki—“Bir kurt kadınla ölmek çok hoş olurdu/Çok hoş olurdu” – bir Tlingit Kızılderili şarkısından alıntıdır; ikincisi—“Akıllı bir adam bir şehir kurar/Akıllı bir kadın, bir şehri alçaltır”— Shih-ching’den bir Çin kasidesidir. Bunlar ve diğer doğrudan ya da dolaylı alıntılar aracılığıyla Loba, metinlerarası referanslardan oluşan karmaşık bir birliktelik yaratıyor.
Mit, yüzyıllar boyunca doğadaki bir şeyin açıklamasını sunmak gibi çeşitli işlevlere hizmet etmiş olsa da, örneğin; evrendeki herhangi bir şeyin nasıl var olduğu, mitsel söylemin özellikle yazarlar ve sanatçılar için en çekici özelliklerinden biri mitlerin yeniden kazandıkları anlamlarıdır. Onlar her nesil tarafından farklı şekilde doldurulan açık yapılardır. Artık çoğunlukla çürütülmüş müphem, beyaz ve erkek özne tarafından özümsenen mitlerin somutlaşmış niteliklerine karşı Loba, Kurt-tanrıça arketipine odaklanan, yeniden yazım ile gücüne güç katan ilahi dişil üzerine açık uçlu bir meditasyon.
“Great Mother” figürünü mitsel terimlerle araştıran Loba‘da di Prima şöyle yazıyor: “Beni delirt, ey Anne! / Bilgi ne işe yarar? / Beni aşkının şarabıyla sarhoş et.” Burada, bilgi ve duygu arasındaki ince çizgi, modern dünya eleştirisini ve yazarın geleneksele saldırısını şekillendiriyor. Hem Loba as Eve hem de The Seven Joys of the Virgin Mary’de di Prima, tarihsel olarak kadınları günahkarlara—Havva—ya da kutsal annelere— indirgeyerek tabi kılmak için kullanılan çok özel yaratılış mitlerini sorgulayarak ilerliyor.
Deneyimin kalbindeki vahşi, kurt tanrıçası arketipi aracılığıyla kitabın sayfaları arasında gidip gelmek hem güzel hem ürkütücü bir yolculuğa dönüşüyor. Mistisizm, maneviyat, eros ve mitoloji ile dolu bir gezi aslında. Zavallı aşıklar, ilahi karşılaşmalar, doğanın gücü ve hayvan içgüdüleri hakkında, yapıları çeşitli ve karmaşık düzenlemeli bu şiirler kristal netliğinde içli ve hırçın görüntülerle dolu. Loba boyunca di Prima, kadın cinselliğinin inşa edilmiş doğasını vurguluyor ve özerk bir kadın zevki vizyonunu takip ediyor. İnsan doğasının şehvetli ve ilkel yanı, fiziksel görünümü anlatı boyunca gelişip değişen ve kadınlığın anlaşılması zor çehresini ifade eden Loba tasvirinde di Prima tarafından kutlanıyor. Loba, bir kadın ya da canavar olarak tanımlanamaz; her ikisinin de özelliklerini kapsar. Fallik kültürün dışında olanı sembolize eder. Di Prima’nın Loba‘sı medeniyetten önceki bir zamana geri döner ve ikili karşıtları, özellikle zihin/beden, eril/dişil ve doğa/kültür ayrımlarını uzlaştırmaya çalışır.
Di Prima 1976’da The Band’in ünlü The Last Waltz konserinde sahneye çıktı. Konser, The Band’in veda konseri olarak tanıtılmıştı ve etkinliğe Bob Dylan, Eric Clapton, Ronnie Hawkins, Muddy Waters, Ringo Starr gibi birçok konuk müzisyen katıldı. Di Prima burada önce Get Yer Cut Throat Off My Knife (Kesik Boğazını Bıçağımdan Çek) adlı tek satırlık şiirini, devamında savaş sonrası dönemin baskıcı özelliklerine ve onu ayakta tutan ekonomik zorunluluklara karşı iyimser bir insan severlik rüyasını dile getiren Revolutionary Letter #4 ‘ u okudu.
Revolutionary Letter #4
Bırakın insanlar uzatsınlar saçlarını.
Bırakın insanlar
çıkarsınlar ayakkabılarını.
Bırakın sevişsinler insanlar
rahatlıkla uyusunlar
battaniyeler, esrarlı sigaralar paylaşsınlar
çoluk çocuk, onlar ne tembeller ne de korkak
tohumlar ekip gülümserler, onlar
birbirleri ile konuşurlar: kelimeler
gösterir kendini: sevginin beyne, kulağa dokunuşunu.
Bizler denizlerle, akıntılarla geri döneriz,
yapraklar kadar sık geri döneriz,
çimler kadar çok geri geliriz; uysal, ısrarcı, hatırlarız
yolu,
bebeklerimiz evrenin şehirlerinde yalınayak yürür.
Di Prima, 1950’lerin hakim imajı haline gelen banliyö-ev hanımı dünyasından ışık yılı uzakta bir ömür geçirdi. Başından geçen bir kürtaj deneyimi sonrası kaleme aldığı, ilk kez 1975 yılında yayınlanan BRASS FURNACE GOING OUT: Song, after an Abortion adlı şiiri vahşi bir içtenlikle yazıldığı dönemi yansıtır. 20. yüzyılda kadınlık, cinsel özgürleşmeyi gerçekleştirme ve anne olma ya da olmama seçimi üzerine eğilen bu şiir boyunca aynı zamanda bireysel anlamda yazarın geçirdiği duygusal değişimler ve verdiği kararın zihninde yarattığı karmaşaya da şahitlik ediyoruz. Dalgalar gibi, duygular da değişkenlikler gösteriyor burada. Şiir sessizce başlıyor, ilerleyen satırlarda kendi ivmesini yaratırken akıllarda di Prima’yı düşünceli durumda betimleyen bir sahne oluşturuyor.
Kendisiyle 2017 yılında yapılan bir röportajda Occupy ve Black Lives Matter hareketlerini sağlıklı bir direnişin kanıtı olarak tanımlıyor. Ancak ırk, cinsiyet ve cinsel tolerans açısından daha fazla ilerleme beklediğini belirtiyor. “Çok daha medeni hale geleceğimizi düşünmüştüm,” diye itiraf ediyor. “Ama kadınlar ve erkekler arasındaki çeşitli çizgilerin kaybolmasına bayılıyorum. Bence hepimiz doğal olarak biseksüeliz. Dünya gevşemeyi öğrenmeli ve her şeye etiket koymamalı. Kim olduğumuzu veya nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Tıpkı şairin şiiri kendini yazana kadar ne söyleyeceğini bilmediği gibi.”
Di Prima, kültür tarihimizde belki de hiç olmayan bir şeyi yeniden icat ettiği karmaşık bir noktaya ulaşıyor; vizyoner şiir yoluyla kültürel değişime gerçek bir sosyal bağlılık. O, anlattığı hikayelerin kontrolüne pek hakim değil. Bunun yerine, miras kalan anlatılara yaratıcı bir şekilde katılıyor. Şiirleri ve anıları, Soğuk Savaş dönemini ve onun toplumsal tezahürlerini nasıl anladığımız açısından çoğu zaman çözümsüz kalan ilişkileri belgeliyor. “Bilinçaltım, zihnime şiirin düştüğü yeri yakalamamı söylerdi” diyor. “Aslında şiiri kabul ediyor, ya da teslim alıyorsunuz. Kaçınılmaz olarak dikkatinizin dağıldığı anlar olur veya bir kelimeye uzanıp ritmini duyabileceğiniz yerler olacakken bile ortaya çıkmaz. Bu yüzden bazen bir yedek yazar ve onu daha sonra düzeltirdim.”
Di Prima, 2020’nin sonlarındaki ölümüne kadar kuzey Kaliforniya’da yaşadı. Hayatının son iki haftasına kadar şiir yazmaya devam etti, böylece Beat hareketini hayata geçiren yaratıcı güçleri hayalinde canlandırdı, belki de kendine hatırlattı. Hareketin yazar ve şairlerine gelince, onları her zaman edebi bir meclisten çok, uzun bir tarihsel süreklilik içinde var olan özgür düşünürlerin bir düğüm noktası, sürekli olarak sınırları zorlayan bir zihin durumu olarak gördü.
Herhangi bir doğaçlama yanıttan daha açıklayıcı şiirlerinden biri olan Keep the Beat, “Bu bir nesil değil” diye başlıyordu. “Bu bir nesil değil. . . Bu bir ruh hali. . . Yüzyıllardır devam eden bir yaşam biçimi, aynı zamanda bir yazma biçimi. Beat şiiri Grove of Academe’den (akademi dünyası) daha eskidir. . . . Dionysos’un dua etme yollarından biridir. Sadece bir nesil için olmadığına eminim. Bir kez değil, birdenbire değil, yalnızca bir ülke için değil.”
San Francisco’da bir hastanede Parkinson hastalığı ve otoimmün bozukluğu sendromundan öldüğünde 86 yaşındaydı. “Her şeyinizi şiire verin” dedi, “ama unutmayın, yakın ilişkiler onu dünyaya getirendir.”
Revolutionary Letter #19
(Poor People’s Campaign için)
eğer herkes için iş ise
istediğin, sen hala bir düşmansın,
etraflıca düşünmemişsin, bunun
ne anlama geldiğini
Eğer istediğin konutlandırmaysa,
endüstriyse
(General Electrics, Navaho
koruma bölgesinde)
herkes için bir araba, garaj, buzdolabı
televizyon, sıhhi tesisat, karayolları ise
düşmansın sen hala, eğer istediğin buysa,
seçtiğin, gezegeni birkaç yıl daha sürecek bir bilimkurgu ütopyası için feda etmektir
tüm çocuklarımızın tek bir şeklin içine doğru sıkıştırıldığı yerler, okullar hala, “Amerikalı” olmanın
Siyah ya da Kızılderili ya da Japon, Porto Rikolu olmaktan daha iyi olduğunun öğretildiği yerler, bu yerlerde
Dick ve Jane olmaktır hayal, Dick’in babası gibi gözüküyor musun? bilmez misin çocuğun gizlice bunu diler
eğer kliniklerse istediğin, Merck & Co. daha da zenginleşirken
Amerikan Tabipler Birliği’nin haplarla direncini daha da zayıflattığı, ya da
steril mikropları çocuklarının içine boşalttığı,
eğer istediğin,
ücretsiz psikiyatrik yardımsa herkes için
inanıyorsan ki böylece azalırlar
bu çöküşün pezevenkleri, eğer istiyorsan hala bir parçacık
küçük bir banliyo, bir metrekareye serilmiş yeşil bir çimenlik,
renkli bir televizyon, ışınsal enerjisi
beyin hücrelerini öldüren, eşikaltı reklamları
çocuklarının beynini yıkayan, hayallerini ele geçiren
sen de çıkıp biraz yeşil bir kampüste başkalarına yalan söyleyebilesin diye, gecekondu sahiplerinin iltihaplı lavabolarından çıkan yalanlardan başka bir şey olmayan üniversite dereceleri
ÖYLEYSE SEN DE HALA
DÜŞMANSIN, küçümsüyorsun kendini, hatırla
dilediğine sahip olabilirsin, dile
her şeyi
Revolutionary Letter #29
bizim, uzun saçlarıyla dikilip cezalandırılmayı bekleyen,
güzel mağluplar olduğumuzu söyleyen,
kumsallarda tecritimiz için ağlayanlara
dikkat et
yalnız değiliz: erkek kardeşlerimiz bütün tepelerde
sık ormanlarda ve Ozark Dağları’nda kız kardeşlerimiz
donmuş tundrada bile kardeşlerimiz var
ateşlerinin yanında oturuyor şarkı söylüyorlar, silahlarını topluyorlar
çoğalıyorlar: dünyayı geri alacaklar
gideceğimiz yoksa da bizi bekliyorlar
eve hoş geldin dediklerini duymayacağımız bir sürgün yok
‘günaydın kardeşim, izin ver
seninle birlikte çalışayım
günaydın kız kardeşim, izin ver
yanında savaşayım’