LUCID DREAMING

The following two tabs change content below.
karkalaki

karkalaki

karkalaki

Latest posts by karkalaki (see all)

Nevada X sınırına ulaştığımda bir asırdan fazla, bir dakikadan az zaman geçmişti sanki. Aklımda hayatım boyunca gördüğüm tabelalar vardı. Bir de onu anımsıyordum. Adını bir kasabadan almıştı. Yol kenarında umutla ziyaretçi bekleyen küçük kasabaların birinden. Yeri eyalet sınırları içerisinde bulunan Route 66 güzergahı üzerinde kalıyordu. Kasabanın adı Lucid Town’dı. Resmi olarak hiç bulunmadığım ama hep gittiğim bir yerdi. Burada bulunmak demek kozmik sızıntılara yol açan eşi benzeri olmayan bir yolculuğa çıkmak demekti. Kasaba sakinleri – çok da sakin olmamakla birlikte – her gün şerif kulübesinin önünde toplanır ve o sabah dünyada yapılan tüm çilekli turtaların kaydını tutarlardı. Lucid ise meydana uğramaz, sabah sakinliğinde pencere pervazına yeni pişmiş çilekli turta koymazdı. Bunun yerine Lucy In The Sky With Diamond dinlerdi. Evi Strawberry Caddesi’ndeydi. Cadde Route 66’le yan yanaydı. Evin bir penceresi Route 66’e bakıyordu. Çilekli turtasını ön pencerenin pervazına koyacağına Route 66’e bakan pencerenin pervazına koyardı. O yüzden turtası hiç kayda girmemişti. Kasabadaki hiçkimse bilmiyordu böyle bir şey yaptığını. Bilselerdi kaydını tutacaklardı ve bu rahatsız ediyordu Lucid’i. Turtayı yerine koyduktan sonra o da yolu izlerdi. Ne şarkılar geçmişti Route 66’den. Ve Lucid hepsini dinlemişti. Dinlemeye de devam ediyordu. Bu bir tür bağımlılık yaratmıştı onda. Aya giden bileti de buradan alıyordu güneşin aydınlatan sıcaklığını da. Gözleriyle şarkı söyleyebilen bir tek onu tanımıştım. Bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen gözlerini hala dinleyebilmek bana daha fazla yola koyulma isteği veriyordu. Sadece o değildi tabii. Adım atmak hoşuma gidiyordu. Radyoda The Beatles çalsın diye beklediğim yıllar aklıma gelince de yola çıkardım mesela. Ama bu sefer aklım çok karışmıştı. Dünyayı keşfetmeden önce kendini keşfetmek gibiydi. Colomb aynaya bakıp kendisiyle konuşur muydu acaba? Yanlışlıkla aynaya baktığı olmuştu ama öldüğünde de vücudunda hiç göremediği yerler kalmıştı, orası kesin.

Sabah saatlerinde varmıştım Lucid Town’a. Biraz mola verecektim. Kızılderili marketi arıyordu gözlerim. Yol için enerji depolamam gerekiyordu. Kasabayı dolandığım sırada pencerenin kenarında duran çilekli turtayı fark ettim. O kadar cezbedici duruyordu ki. İçimde karşı konulamaz bir şeyler uyandırmıştı. Hala sıcak olduğu üstünden çıkan dumandan anlaşılıyordu. İstemsizce pencerenin önüne kadar gelmiştim. Kendimi tutamadım ve bir parça koparıp yedim. O an zamanın durduğuna yemin edebilirdim. Pencereden içeriye doğru baktım. Çünkü bakmalıydım. Sonuçta bu kadar güzel bir turtayı bu evin sahibi yapmıştı. Merak uyandırmıştı bende. Çöl işlemi devreye girmişti. Turta parçası hala ağzımdaydı. Yutmaya yakın kapılardan birisi açıldı. Karşımda tam bir Nevada kızı duruyordu. Üstünde tişört altında blue jean vardı. ‘’Strawberry fields forever’’ dedim, parmağımla turtayı göstererek. ‘’You’re a highway man?’’ diye sordu kız. ‘’Kızılderİli marketi arıyordum.’’ diye cevap verdim. Biraz karnım acıkmıştı açıkçası. ‘’Johnny Cash mi The Beatles mı?’’ Bunu sorduğumda gülümsemişti. Öylesine geçip giden birisinin turtamı beğenmesi hoşuma gitti dedi, ifadesinde değişime gitmeden. Pencerenin dibine kadar gelmişti. Parmağıyla camında Lucid Town Groceries yazan dükkanı gösterdi. ‘’Buralarda işine yarayacak tek yer orası.’’ dedi. Gülümsedim ve turtadan bir parça daha aldım. ‘’Lucid’in evine hoşgeldin.’’ diye devam etti Lucid. ‘’Evin güzelmiş.’’ dedim Lucid’e. Pencereden içeriye girebileceğimi söyledi. Ağzımda hala turta vardı. İçeriye atladım. Elimden tuttu beni. Büyük bir masanın olduğu tek kanepeli  bir odaya geçtik. Masanın üzerinde şırınga ve çok sayıda şekerleme vardı. Kanepenin üstü kitapla doluydu. Huxley’in Algının Kapıları kitabını yana ittirip oluşan boşluğa oturdum. Kanepeden gelen koca bir soğukluk Lucid’in başka kitapları kaldırıp yere koyduktan sonra yanıma oturmasıyla son bulmuştu. ‘’Rüyaların seninle bir ilgisi olmalı.’’ dedim, ‘’Sanki gerçek sokakta kalmıştı.’’ Algının Kapıları’nın eski yerinde oturmak kıçımın varoluşa katkısını arttırmakla birlikte bazı şeyleri garipsememe neden olmuştu. ‘’Optophobia.’’ dedi Lucid.  ‘’Gözlerini açma korkusu denir ama aslında rüyalarına dönme refleksidir. Beni anlamak için gözlerimin içine bak.’’ Bir süre sessiz kalmıştık. Gözlerinde daha önce bir yerlerde gördüğüm parıltı ortaya çıktı. ‘’Görmek istemezsin bazı şeyleri. Sokaklar çıkmaza döner. Bu yüzden bazı şeyler seni düşlerinde kaybolmaya iter. Düş sokağında ilerlersin. İstediğin kadar, öylece. Ve gözünü her açtığında artık aklında kalan son şey o sokağı bulma isteğidir…’’ demiştim.

‘’Sokaktan dışarıya çıktığımda Route 66’ten başka gidecek başka bir yerim yok biliyor musun?’’ Bunu söylediğinde Lucid’in gözlerinin ikisine de bakmaya çalışıyordum. Hangi bakış açısıyla bakarsan bak bazen iki göze aynı anda odaklanmayı başaramadığım o anları geride bırakmıştım sanki. Gözlerinin sokaklarından geçebiliyordum. Göz bebeğinin boyutsal işlevlerini görebiliyordum. Pencereden bakarken gördüğü şeyleri hissedebiliyordum. Turtasını yiyebiliyordum. Lucid’e tam anlamıyla odaklanabilmiştim. İnsan rüyasında her şeyi yapabilirdi. İnsan rüyasında ne yaparsa yapsın onu yaşamış gibi kendisini inandırmalıydı. Pencereye bir tabela as ve ‘’Lucid Dreaming’’ yaz dedim sonra. ‘’Route 66’in en cezbedici yerlerinden birisi olsun burası.’’ Elini arkamdaki kitap yığınına uzattı. Kitapların arasından mavi renkli bir ruj çıkartmıştı. Ruju dudaklarına götürdü ve maviye boyadı iki dudağını da. ‘’Maviliklere dalmak ister misin?’’ diye sordu. Okyanus işlemi devreye girmişti.

-Route 66 fonksiyonun çıkış noktasıdır.

Lucid Town’ın çıkışına kadar yürümüştüm. Otostop çekmeye başladım. Yaşlı bunağın biri durdu ve bağırarak Amerikan yollarında olmak kadar güzel bir şey yok, dedi. ‘’Seni serseri. Yollar senin sayfalarındı.’’ Böyle bir cevap beklemiyordu. Ama içten bir coşkuyla ‘’Hadi atla,’’ dedi. Bir saniyede olabilecekler için hayatın boyunca düşünüp durursun. Hayatın boyunca sana “neden” diye sorarlar ve sen “neden olmasın” diye cevap verirsin. Doğru zamanı gelince anlarsın ve yanlış olan senin profesyonel yaşam tarzındır artık. ‘’Neden olmasın.’’ dedim. Arabaya atladım. Son uyanışımdan beri biri *Flamingo Drop olmak üzere hatrı sayılır vodka geçmişti. Hangi gün olduğunu bilmiyordum ama maceralı bir gün oldu dedim kendime. Gün tepeden aşağıya doğru hızla ilerliyordu. Ben ise gözden kaybetmemek için onu kovalıyordum… Yankıları sürecekti. Ama bitmişti. Şimdi sırada bir sonraki simülasyon vardı.

*Flamingo Drop: Yalnızca Sahra çölünde bulunabilen bir kokteyl. İçinde simülasyon işlemi yapılmış Sahra kumu, blues, flamingo şaşkınlığı ve okyanus vardır. 

Scroll to Top