Revolver

The following two tabs change content below.
karkalaki

karkalaki

karkalaki

Latest posts by karkalaki (see all)

Gerçek şu ki; gece olduğunda dünyada herkesin rüyalarla buluşması, tüm insanlığın birbirine bağlanması demektir, der Jack Kerouac.

Kelebeğin çığlığını duyurun bana, der Jim Morrison.

Bilirsin ki şiir kelimeyi var ettiğinde müzik senin için çalmaya başlar. Bilirsin ki mükemmel hiçlik o an başlar. O senin parçandır artık, sonsuzlukla uyandığın ana sakladığın. Bu noktaya gelenler için artık geri dönüş yoktur. Müzik başlamıştır, cesaret kazanmışsındır ve distopyaya karşı ütopyayı seçmişsindir.

Jack ve Mr. Mojo’nun son günlerde -tarih 21. yy’ın ikinci çeyreğinin ilk yarısı ve kimse mutlu olamıyor artık- varoluşçu muhabbetler gerçekleştirdiği bilinmektedir. Sözüm ona bazı karanlık örgütler ise bu konuşmaları kayıt altına alarak otoritelere varoluşçuluğun saçmalığını yayma fırsatı vermek istemişlerdi, ne var ki paralar saçan büyük makinelerin varoluşla pek alakası yoktu…

Karanlık örgütler gece çalışırlar.

Gecenin bir yarısı çalan kapıyı açtığımda kılık değiştirdiği çok belli olan iri yapılı ama alçakgönüllü ve yayvan yüz hatlarına sahip birisiyle göz göze gelmiştim. Sol elinde dolu Tuborg şişesi sağ elinde ise  “dasein” işlemeli Revolver tabanca tutuyordu.

“Sana bir teklifim var. Ayın hangi tarafında olduğun beni ilgilendirmiyor. Sadece şu lanet varoluşçu muhabbetlerden kurtulmak istiyorum.”

Bunu söylerken gözlerime ürkekçe bakıyordu. Silahı bana değil bira şişesine doğrultmuştu.

“Virüsten korunmak için buradasın değil mi? Bugün neler yaptığım değil neler yaşadığımı öğrenmek istiyorsan biranı bana ver. Gözlerinde korku var. Elinde silah. Sıkıştıkça parmağın tetiğe gidiyor. Kendi zevklerini öldürmekten bile zevk alıyorsun gibi. Öyleyse, beni öldürmen hiçbir işine yaramayacak. Ne duymak istersin bilmiyorum ama müziğe bağımlı olanlar hakkında konuşabilirim seninle. Kronik bir hastalık gibidir tek kulaklıkla şarkıyı dinleyip çevrede olup bitenlere diğer kulakla eşlik etmek. Çabuk aşık olma ve baş dönmesi, çabuk terk etme ve baş dönmesi, bilinmeyen bir dili konuşma hissi. Eğer bu semptomlardan en az ikisi başına gelmişse varoluşçu bağışıklık sistemi devrede demektir. En az iki, en çok üç. İşte böyle.”  

Ve bunları söylediğimde sıradanlaşmış ellerine bakıyordu. Silahı bira şişesine değil kendine doğrultmuştu.

“Ya bu kayıtları al ya da kendimi öldürüşüme tanık ol.”

Çok kısa sürmüştü. Kimsenin kimseden alacaklı kalarak masayı terk etmediği bir düzlemde;  Dostoyevski’nin baltası, London’un viski şişesi, Whitman’ın tek nüsha kuzu karalaması ve Huxley’in gramofonu karşılığında 60’lık bant kaset kaydını teslim aldım. Hepsi ölümcül silahlardı…

*Kayıtlarda kim kimdir pek anlaşılmıyor. Bazen şarkı çalıyor,  bazen uzun sessizlikler araya giriyor ama çoğunlukla konuşuluyordu. Kimin kim olduğunu boşluğa bırakıyorum.

TRACK – 1

Birden beşe, beşten bire

Odada kimse yok, sadece sen ve ben

Bizi dinleyenler, bizi sevenler

Duvarların arasında yaşamaya alışmış…

“Durduğun zaman anlıyorsun hareket etmen gerektiğini. Kaybolduğun zaman anlıyorsun bulunman gerektiğini. Arayış ne durduğun yerdir, ne gittiğin. Ne kaybolduğun zamandır, ne bulduğun. O senin bilinmezindir. O senin her şeyindir. Arayışı merkezine al.

Durduğun bir an hareketli bir hale benzer.

İnsanlık düşü(nü)ştedir. Şöyle ki; düşündüğün şeylerin bir çok anlamı olabilir ve bu seni daha çok düşünmeye iter. Bu düzlemde tüm olasılıkların toplamı ile hiç olmayacak şeylerin hiçliği eşittir. Bulunduğun an en olası düşüncendir. Çünkü düşünmek anlayışın düşmanıdır.

Bunu düşünmemek gerekir.

Düşünmemeyi düşünmemek gerekir.

“Ve düşeceğiz, güzel bir düş görebilmek için. Çünkü bu bizim karanlığımız.

Düşüşü yaşamak gerekir.

Beşten geriye saymak gerekir.

Artık hareket etmek gerekir.

TRACK – 2

Yalnızca senin bildiğin gizemler vardır. Yalnızca senin adımladığın elmastan yollar vardır. “Bundan sonra kimsem olmayacak,” dediğin anlar vardır. Var olmak ile varoluşun arasında geçer bu. Başka bir deyişle; kahve ile sigara arasında geçen, geçen, geçen gecedir bu.

“Söylence tarihinde denir ki, antik çağlarda yaşayanların algıları bir çocuğun hayal dünyasındaki gibiydi. Düşsel düşünce hâkimdi. Kalp ritmi ilk müzikti. Mitolojik bir kahramana dönüşmek an meselesiydi. Yaşam mavi bir şeydi. 2000leri yaşarken de bunlarışlemek gerekirdi.

Ateşi bulma görevi mitolojik kahramanlarını her zaman bulur. Bir çamurlaşma yaşıyorum şimdi. Bu işte, formsuzdur. Ateşe atsan yanmaz, suya bıraksan ıslanmaz, havaya bıraksan uçmaz, toprağa eksen büyümez. Ama bu doğanda vardır, bu hali seversin. Umudun işte, tedavisi matematiğin büküldüğü anlardır. Solucan deliğinde ne olduğunu merak edenler ve içine girmek için gönüllü olanlar, bunu bilirler.

“Hissettiğim tek şey acı, diyordu karanlığı alacakaranlık eden bir yazar. farkında mıydık serçe parmağın dahi bizi hayata bağlayabileceğinin. tek bir sızı yeterdi. bu kadar umuda inanıp daha fazla umutsuz olan başka bir hayat formu daha yoktu…”

Gerçek olacak kadar rüya şimdi

Her şey kafamda yine

Carpe Diem…

TRACK – 3

Yol için.

Kaybolmuş ruhlar için.

Akan nehirler için.

Gökyüzüne yükselen ağaçlar için.

Bir saniyelik aydınlanmalar için.

Bira için.

Şiir için.

Roman için.

Hayatı için.

Susuzluğu gidermek, için için…

“Memento mori ve amor fati, yani anımsa ölümü ve yazgını sev. İki kelime yan yana geldi. İfaden delindi. Kelimeler okyanusa düştü. Döngü yeniden başladı. Nietzschenin sahile ayak bastığı yerdi, burası.”

Gizli bir ses fısıldıyor ruhuna, “buraya ait değilsin. Lakin hiç ait olmadığın bir yerde varolabiliyorsan bunun bir anlamı olmalı. Böylesine tarifi zor şeyleri ay perspektifinden okumak gerekir. Çünkü ayın parladığı yerde karanlığı görmekten başka şansın yoktur.

“Uzun zaman önce dinlediğin, sonra unutup tekrar hatırladığın şarkılar vardır. Şimdi onu hatırlayacaksın, tekrar ve tekrar dinleyeceksin. Sana unuttuğun ama şimdi hatırladığın bir sürü şey söyleyecek, unutarak yaşadığının farkına varacaksın…”

Dün dinlediğin şarkı bugün de çalıyorsa saplanmışsındır. Okuduğun kitapta geçen bir cümle doğru geliyorsa bir şeyler yanlış gitmiştir yine. Boşlukta kendini evinde gibi hissettiğinde ise Zen şunu söyler:

”Ne başımın üstünde bir tane tuğla

Ne ayağımın altında bir parça toprak”

Scroll to Top