Sağanak Günlükleri – Vol.3

The following two tabs change content below.
ayrıntıya müptezel

ayrıntıya müptezel

Biraz kitap yazmış, biraz şiir, biraz roman.
ayrıntıya müptezel

Latest posts by ayrıntıya müptezel (see all)

Üstelik Övgüsüz

Biliyor musun; bugün eski mektupları kurcaladım. Mesela her mektubu hiç kımıldamadan okudum, okudum ve bir bir masanın üstüne katlayıp koydum hepsini. Onların içinde yazan hiçbir kelimeyi, cümleyi okumadım, sadece izledim, harflerini, titremelerini, öfkelerini, nedenlerini ve gülümsemlerini, yalnızca izledim. Pencereyi açıp geçen uzunca yılları düşündüm, ne kadar basit, koskocaman onca yıl, yaşanırken hiç gün gelecek ve bir pencerenin kenarından sabaha karşı hatırlanacak olduklarını bilmiyorlardı. Geçmişin acısına saygı duyup ayrıldım pencerenin önünden. Gözlerim yorulmuştu, dokunacak tek bir mazi kırıntısına bile tahammülümüz yoktu artık. Kime teşekkür edeceğini bilmiyen çocuklar gibi girdim yatağa, huzur vardı, ilaçlar vardı, ögrendiklerim ve izlediğim onlarca şey vardı aklımda, elbette teslim oluyordum demekti bu, ağır ağır konuşmaya başladım dışımdan, aslında ne kadar tepkisiz kalırsam o kadar dikkat çekmezdim, dedim kendi kendime. Kalkıp dolaptan biraz batikon, biraz bandaj alıp tekrar geçtim yatağa. Sanırım hala yaşamak istiyordum, gerekmedikçe bu arzuya, bu isteğe boyun eğmemek bana kendimi iyi hissettiriyordu, ama ben iyi hissetmek değil, artık iyileşmek istiyordum.

“Etkili sözcükler buluyorsun, senin yaşlarında bunlar ihtiyaçlarını karşılayamaz, normal şartlarda gereksiz gelir insana bunlar, hiç hoşlanılacak dizelerin, kurguların, daha doğrusu metinlerin yok, ama etkililer, ama onların dramları, sevinçleri, aşırılıkları, sadakati, öfkeleri içinde durduğumuz çağın ihtiyaçlarına göre değiller, fakat işte, bi yandan senin sıralaman herkese açık değil, herkes yangınını içinde yaşar tabii, herkes karanlık bir yerden giderken kapıyı aralık bırakır kendine, o kapı aralığına bakıp gerek nefret kusar, gerek özlem giderir, gerekse pişman olup o kapı aralığından içeriyi tekrar süzer. Hayal kırıklıklarını kendin okuyabileceğin bir dille yazıyorsun, bunları okuyan hiç kimse bırak  seni, yazdıklarını anlamayı, bilemiyorum sevgili Sağanak! Hem ansızın gidecek bir ihtihar gibisin, hem de henüz anne karnında cenin posizyonuna bile erişememiş bir bebek, durumun şimdilik bu kadar, ama teşekkür ederim, dosyanı keyifle okudum, yayın programımız bu yıl maalesef dolu, belki seneye tekar, yeni bir dosyayla görüşürüz.”

-okudun işte maili, ne kadar rahatsız edici, emredici. Benim yazarlıkta falan merakım yok, tut şu nefesini ve sözümü kesme lütfen, henüz lafımı bitirmedim! Tamam belki kronolojik bazı senkron kaymaları olabilir bütünlüğün içinde, ama bunlar telafi edilemez şeyler değil ki, neler demiş herif

-iyi de Sağanak, bence adam senin kurguna değil, yazmanın işsizliğine takmış kafayı, yani adama öyle gelmiş, ama işte yağlamış ballamış biraz, öylesin sen ne yazık ki, şu kocaman dosyayı, kaç sayfaydı bu roman?

-709

-rakama bak, neyse 700 sayfalık romanda hiç mi denge olmaz, hiç mi birbirini tanıyan iki karakter olmaz, bi kere buna roman diyoruz asla paragraflar tutmuyor birbirini, diyaloglar karışık, hiç kimsenin suratı yok, ya sen hatta bi yerde sessizliği anlatıyorsun, hemen alt paragraf hoop nasıl brokoli pişirilir tarifini yazıyorsun, yok mu bu söylediğim dosyanın içinde? Var! Okudum ben.

-var, ama o kısım, neyse ya sana niye anlatıyorsam bunları, ne anlarsın sen sanrıdan, kopmaktan falan, hepiniz aynısınız işte, ha şu maili bana yazan dangoz, ha sen

-benim hakkımda istediğini düşünebilirsin,  ama şu dosya hakkında bunu yapamazsın, yapmamalısın?

-yok ya, benim yazdıklarım onlar, ister onları düşünürüm, ister düşünmem, ister ucuz arabeskçiler gibi sayfa sayfa yolar denize atarım

-kırıcı oluyorsun ama, ben yazdıklarımı denize attığımda daha lisedeydim

-fark etmez, aynı kafa işte hala

-neyse, ben gideyim epey geç olmuş, napacaksın, gidecek misin işe?

-belli olmaz, bu aralar pek aramıyorlar beni

-o niye

-bilmiyorum, yeni birisi başlamış işe, iki haftadır bütün görevleri ona veriyorlarmış

-yeni biri mi? Benim niye haberim yok bundan

-sen kimsin haberin olacak, git sen zengincilik oyna anca, bizim işlere karışma

-gece gece, neyse kimmiş bu yeni gelen? Adı sanı yok mu?

-var, adını bilmiyorum ama kadınmış o kadar, ha bir de dışarıdan gelmiş, hangi ülke, eğitim aldığı bölgeler neresi bilmiyorum

-bişey çıkmaz, yarın bigün vurulur o da bi yerinden çekilir kasabanın birine oturur maaşını yer, takma kafana, bilmediğimiz işler mi

-taktığım yok, dinleniyorum o arada, iyi oluyor, ama işte şu mail böyle piçlik yapmasaydı

-kitap oku biraz kitap, yaz yaz olmaz öyle sadece, en azından dünya klasiklerine bi bak

-sana iyi geceler Haraç

-iyi bakalım, hadi kaçtım ben

Duvara bakar gibi baktım aynaya, dakikalarca, belki o arada konuştum, neler dedim acaba, insan kendi kendine konuştuğu şeyleri merak edecek, hatırlamayacak dalgınlığa eriştiği zaman, hafifliyor, evet mahcup bi durum, ama hafifliyor, içtenlikle, zorbalık olmadan, üstelik övgüsüz, insan kendi imdadına kulaklarını tıkamayı öğrendiği zaman gerçek bir tecrübe kazanıyor. Çoğu kez işe yaramıyor ama, eminim, ifadenin varlığından daha fazla haz veriyor insana, o ifadenin bitaneliğini görmezden, çözmezden gelmek.

Aykut Akgül

Scroll to Top