Onu ilk otobüsün tekinde muavinlik yapıyorken ve yolcunun birine vereceğim bavulunun kenarından düşerken gördüm, onun bagajın gölge vuran tarafındaki süzülüşüne öyle ince bakmıştım ki, tüy kadar hafif, ama meteor gibi ağır kazımıştım aklıma, ergenliğimin yanlışa ilk sessiz ve yabancı kalışlarından biridir kendisi, onu tanımaya başladığım zamanlar henüz bir cenindim, kadınlara çiçek alıyor, sabaha karşıları hiç uyumadım diye telaş yapıyordum, fakat onu anlamıyordum, ölümsüz olduğu kesindi, yeryüzünden ise zerre korkmadığı da, ardından benimle yıllarca gezdi kendisi, çok zor süreçlerde arada bir kapağını kaldırıp kaldırıp öyle bir kaç cümle okumuştum, ama anlamıyordum, olsun, hem ne demiş Bernard Shaw “kitaplar yalnızca okumak için değil, aynı zamanda yol arkadaşlığı yapmak içinde vardırlar” bunu da şu soruya cevaben söylemiş, üç günlük bir gurbete gidiyor kendisi, söyleşi vs işleri için, ardından yerleşeceği otele çıkarken bir bakıyorlar üç dört tane içi kitap dolusu bavul, haliyle soruyorlar “üç günlük yere bunca kitapla gelmeniz mantıklımı, hepsini okuyabilecek misiniz” diye, o da yukarıdaki cevabı veriyor.
İlk Osho’yu okuduğumda bir Türkü barda çalışıyordum, ismi “Meçhul” müşteri memnuniyetinden çok, müşteri korkutma üzerine kurulu bir işletme politikası vardı, düşmanlığından ölülerini gömmeyenlerin, kokoreçi yalnızca orospularla yiyenlerin, dışarıdan bakınca idam çocuğu, içeriden bakınca ise tam bir hürriyet çocuğu adamların arasındaki puşt bir yalnızlığın içinde okumaya yeltenmiş ve sağı solu kesik köpek balıkları arasında kendisini anlamaya başlamıştım ilk.
Bozuk sadakat tecrübeleri, kraliyet(aşiret) cinayetleri, milliyetçi firarileri ve son olarak her asra kafa tutan cahilliğim, biraz olsun nefes alıyor gibi gelmişti. Paylaşmak ve kötü niyetli hilelerden bahsediyordu, ifrit oluyordum derinliğine, ulan bi anlasam yemin ederim şu cümleyi diyordum, kesin bana hiç bilmediğim, hiç kimseden bir daha duymayacağım ve asla başkası tarafından hissetmeyeceğim bir şey diyor, diyordum. Her paragrafta karaya vuruyordum ve elindeki asasını bırakan Musa gibi artık onu okumamak üzere bırakmıştım, adını bir yerde gördüğümde dahi hakikata olan peygambervâri yenilgim aklıma geliyordu ve bütün sevdiklerimi bir rüyadan korur gibi koruyordum onu okumaktan kendimi, kaçıyordum.
Aradan bir kaç yıl, bir kaç yüz insan ve onlarca hatıra olacak fotoğraf geçtikten sonra elime, bambaşka bir şehrin, başka bir varoşunda, yine bir alt tabakanın köylü coşkuları, kavgaları, cinsel hayatı ve onların Tanrıları arasında denk gelmiştik kendisiyle, bana bir kadın “sen inanılmaz bir şekilde Osho’yu andırıyorsun” demişti, üstelik bu sahne ise onu aylar aylardan sonra yosun kokusundan kurtulmuş ve kadın kokusuna her hücresini bulamak isteyen bir denizci gibi becermek istediğim bir gecenin tekinde oluyordu, şarkıcımı, film artistimi kimdir falan derken konudan bi habermişim gibi davranıp başka meselelere yoğunlaşmak istiyordum ama bir türlü karşımdaki Osho denen heriften vazgeçmiyordu, ne zaman görsem adından bile gözlerimi kaçırdığım adamla bu denli pişti oluşum, üstelik bu denli bir karşı konulmaz tarafımdan vuruluşum ilk defa başıma geliyordu, fotoğrafını açıp gösterdi, benim ise daha önce hiç adama bakmak gelmemişti içimden, nasıl gelsin, anlamadığın bir adama ilgi duymak, merak etmek, ölçüp tartmak şüphesiz asalakça bir iş olurdu, ağzında sigarasıyla alabildiğine algısız davranan bir kahvehane dayısı gibi konuya dahil olsamda olmuyordu, şöyle bi herife baktığımda içimden “ulan harbiden adamla tipimiz benziyormuş ha” dedim, karşımdaki kadın ise sonsuz güzellemelerle, sanki elinde kazması küreğiyle bir gömü bulmuş kâşif heyecanıyla konuşuyordu, bak burada daha çok benzemeler, sende şöyle bir yan dursanalar, garsonu çağırıp, telefonun ekranındaki Osho dayımla beni kıyaslayıp sormalar, yani yıllara yaydığım bir tanışma, tanıma, anlama rezaletinden kaçış öykümün böyle bir finaline maruz kalıyordum, yazgımın hakkı vardı, ben bunu haketmiş ve şimdiye kadar halletmiş olmalıydım.
Gecenin sonunda ise dayanamayıp bombayı patlamış, artık dangalak bir adam gibi görünmeye çalışmayı abartmaya başladığımı düşündüğümde itirafların ardı kesilmemişti, ben bu adamı anlayamadığım için kendisinden yıllardır kaçıyordum, donanımsız ve aşağılık bir açıdan hırsına yenik düşmüş, kaçmış, korkak bir herifim, deyip, aslında bu gecenin bana Osho’yu asla bir daha unutmamam gerektiğini, hatta uzun bir süre yalnızca onu dinlemem, okumam ve hissetmem gerektiğini alnıma çakmak için yaratıldığını da biliyorum, dedim, sen ve ben, bütün yaşadıklarımız, yaşayacaklarımız, birbirimizi tekrar görmek istemelerimiz ya da istememelerimiz, işte hepsi de birer yan rollerdir, ıslah oluyorum tamam, deyip kadına kalkalım mı diye sorduktan sonra kafamı masanın bana doğru sağ tarafa düşen ayağına doğru bakarak dudaklarımı hafifçe kımıldattım ve şöyle şeyler zırvaladın
“Sen ne kudretli adammışsın be Osho dayım, şurda olaydın Allah yukarda elini öperdim”
aykut akgül