Bir at diz çöküyor önümde, kan akıyor oyuncak bebekten, dolunayı kuşatıyor yabani arılar ve binlerce yılanı kundaklıyorum gözlerimin içinde, çekingen bir zehirdir yağmur, ruhunu kaldırıp kitaplığın en üst rafına koymak, bir sırrı tutmaktan ibarettir bütün hastalıklar, içtiğin bir gece ya da geceyi içtiğin bir an, güceniyorum bir soruyu iki defa soran herkese, ejderha iskeletleri ve karınboşluğundan yapılmış şarkılar, yolun karşısında seni bekleyen cinnetin, yolun karşısında başka bir yol gibi yüzünün kenarlarıyla bakan sen, manik bahçeler, tek çocuklu Tanrılar, koynunda oradan habire kendimi aşağı atıp durduğum bir köprü, gidecek yerim yok, korkacağım bir yer de, açık renkli tenini yalayan simsiyah dilim, kipkristal bir neşter, mecazlar ve mahcup rüyalarım, seni karşımda sabahlara kadar ezdiğim şu tasarımsız metanet, kimliğim değişti biraz, ama ellerim hala küf kokar, kavmim yok benim ama güllerinizi de boya kokuyor diye sevmezdik, unutmayın
Kapıyı çarpıp çıkıyor karakterimiz burada, sırılsıklam bir melankolisi var, kendisi kederin lunapark çocuğu bu sahnede, biraz nevrotik, biraz yay burcu, her yanıyla ağzının içine gömüyor kendini, makaslardan ve falçatalardan ve elbette akordeon sesinden nefret ediyor, atardamarına giriyor kamera burada, aldatılmış bir bipolar, küçük trenleri sevmiyor, kadifeyi sevmiyor, kırılmaz camları sevmiyor, dua eden bir böcek görüyor, zihninde kırbaç sesleri, ısıtılmış bütün şaraplar haindir diyor, şal kokan boynundan öpüp hiç tanımadığı kadının tekini, hadi çiçek toplayalım diyor, kapısı çalıyor yedi defa, alevmişcesine ağıt yakıyor namluyu ağzına sokup, bütün bulutlar haysiyetsiz kalabalıklardır diyor, kendi fermanından bir şiir yazıyor, boş bir mermi kovanı gibi emiyor toprağı beden, kan oturuyor kainata, kalbine doğru yüzüyor bir kadından aşağı atlayıp, leşine teslim oluyor, bağırdıkça bağırıyor çağrılmadığı her yöne, patavatsız danslar ediyor, savaş çıkaran umursamazlıklar, karakterimiz burada iki el ateş ediyor gölgesinin alnına, elindeki izmaritle siper kazıyor, seyyar iççekişler, gömleğinin yakasını açıyor, terkedilmiş bir gizligeçitmiş gibi, onu konuşurken ya da sevişirken hiç tanımıyordu, ama ölse ve cenazesine gitse sanki onu birine benzetecek gibi, karakterimiz ağlarken kapanıyor perde, bir orospunun kuşağını bağlıyor izdivaç, dudaklarda kirli alkışlar
onu bütün yüzlerle birlikte unutmuş, kimi görse yakılacak şey sanıyor
aykut akgül