Aykut Akgül vs Zafer Aracagök

The following two tabs change content below.
ayrıntıya müptezel

ayrıntıya müptezel

Biraz kitap yazmış, biraz şiir, biraz roman.
ayrıntıya müptezel

Latest posts by ayrıntıya müptezel (see all)

Collabo Serisi – Part.2

Merhaba Zafer bey, sizinle beş soruluk tatlı bir komboyla biraz hareketlenmek  istedik ve beni kırmadınız. Soruların üzerinde istediğiniz hafiflik, ağırlık, uzun, kısalık, derinlik ve yüzeysellikle durabilirsiniz, zemin sizin, felsefe sizin, açılar sizin.

Başlıyorum;

Aykut Akgül

1-) Felsefe ve yetenek, birbirlerine ne kadar yakınlaşabilirler?

Zafer Aracagök

Felsefe herşeyden önce bağımsız düşünebilme yeteneğidir. Daha ilk cümlede felsefe ve yeteneği aynı cümlede kullandığımın farkındayım ama anlatacağım şeyler burada bitmiyor. Bağımsız demekle şöyle bir şey demek istiyorum. Bağımsız olmak sosyal bir kontrat aracılığıyla kurulmuş kurumlara riayet etmemekten çok kurumların kurucu öğelerine bakabilmeyi gerektirir. Örneğin, adalet  ve adaleti kuran kanunlar, kurallar ağından kurtulmayı düşlemek, toplum dışına çıkmayı göze almayı gerektirir. Bu kuşkusuz bir bağımsızlık ilanıdır. Ama öte yandan, böyle bir haraket bu mahkemeleri inşa etmiş düşünceden kurtulmanızı sağlamaz. Siz ne kadar çaba gösterirseniz gösterin bu ret etme anına bağlı kalırsınız ve bağımsızlığınız bağımlılığı reddetmek ile koşullandırılmıştır. Toplum böyle bir durumda sizi seve seve toplum dışına atar ve hatta mahkum da eder çünkü düşünce mahkemesinin görevi suçlular üretmektir. Buna karşın, eğer bağımsızlık diye bilinen kavrama alternatif bir kavram üretebilirseniz bu bambaşka bir şey olur. İşin gerçeği şudur ki herşey kavramda kilitlidir ve yetenek diye bir şey varsa – ki bundan çok emin değilim – burada ortaya çıkar. Dilerseniz buna yetenek değil de, bağlantılar kurabilme becerisi diyelim. Herşey birbiriyle bağlantılıdır ama bağlam ancak bağlantıları belli kategorilere yerleştirirseniz gerçek olur. Bağlamsız bağlantıları düşünebilir miyiz? Eğer bağlam denen şey bir olayı oluşturduğu düşünülen öğelere sınır çekmekse, hayır. Ama ya biz, böyle bir sınırı tanımıyorsak ve herşeyin birbiriyle bağlantılı olduğu bir evrende sadece bağlantılardan söz etmek istiyorsak? İşte o zaman kavramsız olanı bir köşesinden yakalamış sayılırız. Salt kavramlarla düşünmek felsefenin baş düşmanıdır ve felsefeyi sadece insan yargısına indirgemekle kurulmuş bir düşünce bugün dünyanın her yerinde her daim tartışılan ve tartışılacak adalet, yargı sistemi, ceza, hukuk gibi kavramları kurarak insanı bağımlı düşünceye daha baştan mahkum etmiştir. Yetenek bu düşünce sistemi yerleştikten sonra ortaya çıkmış, kendisine riayet edenleri ödüllendirme biçimidir. Bağımlı düşünce varsa yetenek her yerdedir, aksi takdirde bağımsız düşünce her yerde hapsi boylama riskini taşır.

Aykut Akgül

2-) Sizce insan “ben ne için yaratıldım/var oldum” sorusuna cevap vermeli mi, o cevabı veremiyorsa şayet, o cevaba ulaşmak için neler yapmalı/yapabilmelidir?

Zafer Aracagök

Bu, metafizik düşünce tarzının beyinlerimize, ruhlarımıza işlediği, bizleri çarklardan oluşan bir saat gibi çalışalım diye sürekli kurduğu, son derece gereksiz bu sorunun cevabına dolambaçlı yollar icat ederek sonunda Tanrı düşüncesine ulaşalım ve onu kabul edelim diye uydurduğu bir aldatmacadır. Böyle bir soruya verilecek cevabın, sorular mahkemesinde rol oynayan yargıçlara verilecek bir cevap olduğunu düşünelim bir an için. Öncelikle bu mahkemeyi kim kurmuştur ve bu yargıçlar kimlerdir? Bunlar felsefe tarihiyle yakından bağlantılı sorular olmakla birlikte, felsefenin kendini dinden kurtarma, düşünceyi bağımsız, zeminsiz bir zemine oturtma çabaları sırasında ortaya çıkmış ve hala da ortaya çıkmaya devam eden sorulardır. Başlangıç noktası, düşünceyi kuran başlangıç noktası filozoflar tarafından türlü şekillerde kurulmuş ve hep duvara toslamıştır ama insanlar kolaya kaçarak bu tür soruları sormaya devam ederler. Asıl soru şudur: Ben ne için yaratılmadım? İşe bir negativite ile, olumsuzlama ile başlayabilmek, omuzlarımıza olumsuzlanmayı yıkan metafizikten kurtulmanın temel yollarındandır. 

Aykut Akgül

3-) Bir insanla gördüğünüz nasıl bir davranış biçimi midenizi bulandırır?

Zafer Aracagök

Aptallıktır. Midemi en çok bulandıran şey aptallıktır çünkü aptallık klişe üretmek ya da klişelerle düşünmek demektir. Bugün dünyayı zehirleyen şeylerin başında gelir. Aptallık, yeni olana giden yolların önünün kesilmesi ve şu an içinde yaşadığımız yaşam koşullarının binbir farklı şekilde tekrar tekrar üretilip “yeni”ymiş gibi bize sunulmasıdır. Yeni’nin ortaya çıkmasını bu kadar uzun zamandır beklediğimiz bir başka dönem oldu mu bilmiyorum ama çaba göstermemiz gerekir. Geçmişin sentezi olarak değil de, olmayanın sentezi olarak YENİ.

Aykut Akgül

4-) Tanrıyı bir imge olarak ele alalım, sizce o nasıl/ne somut, soyut bir varlık ya da hareket olurdu?

Zafer Aracagök

Tanrı düşüncesiyle gerçekten hiç ama hiç ilgilenmiyorum. Ne soyut ne somut, hiç olmasaydı, dünya bugün çok daha farklı bir yer olurdu.

Aykut Akgül

5-) Zafer hocamızın en son kalbini kıran olay/şey?

Zafer Aracagök

Kalbimi kıran değil de canımı sıkan şey diyelim. 1980’lerden itibaren dünyanın gitgide daha muhafazakar, baskıcı, yasaklayıcı, hoşgörüsüz ve ırkçı bir hale gelmiş olması canımı sıkan şeylerin başında geliyor. 70’li ve 80’li yılların kazanımları bir bir elimizden alındı, alınıyor ve dünyada her yerde yükselen faşizm iyi olabilecek her  şeyin önünü tıkamış durumda. Kapitalizmin bugün aldığı hal – ki ben buna Neandertal Kapitalizm diyorum – dünya çapında bir göçmenler sınıfı yarattı. Göçe zorlanan, göçmeye maruz bırakılan insanlar gerek fiziksel, gerekse entelektüel açıdan artık donlarına kadar değil iliklerine kadar soyulmaya, sömürülmeye hazır hale, bunu kabullenecek hale gelmiş durumdalar ve göç edilen yerlerde yaşayan, faşizme, ırkçılığa göbeklerinden bağlı budalalar kendilerinin de aynı sömürü düzenine tabi olduklarını anlamasınlar diye önlerine aşağılayabilecekleri, onlara bakıp, “ah ne güzel hayatlarımız var” diyebilecekleri göçmen yemlerinin atıldığının farkında değiller. Durum oldukça karanlık, sevimsiz, can sıkıcı ama yaratılan bu karanlık karşısında ne yapılabileceğini, Zeminsiz bir Kara için Felsefe, Sanat adlı kitabımda anlatmaya çalıştım.

Aykut Akgül

-Son bir soru, ama bu soru kadroya dahil değil, daha doğrusu bu seriye benimle dahil olan herkesten şahsım adına istediğim bir harçlık diyelim, cevaplayıp, cevaplamamak konusunda dilediğinizi yapın. Sorum, bize önerebileceğiniz bir hobi tarifi alabilir miyiz sizden, ne olursa, yalnızca tarifiyle? Bir de bu güzel collabo’nun sonsuzluğuna sonsuzluk katmak adına Zafer Aracagök’ün buraya eklemek istediği bir şeyler olur mu? Kavga olur, metin olur, efsane, şiir, beklenti, analiz, fikir, eserleriniz ya da duygusal herhangi bir kıpırdanma, yani sizden son olarak bir fatality bekliyoruz, ister gürültülü, ister sessiz, tabii teşekkürlerle sevgili Zafer hocam.

Zafer Aracagök

O zaman şöyle yapalım. Kavramsız Negativite: Adorno+Hayat+Deleuze adlı kitabımdan bir alıntıyla bitirelim:

“HEGEL-NANO-ORGANİZMA

Kitap yazmak, müzik yapmak, şiir okumak, resim çizmek, makale yazmak, söylev vermek, ahlanmak, sızlanmak, bunların hiçbiri ama hiçbiri bir işe yaramıyor artık – madem ki hiç umut kalmadı o zaman kötümserliğin karşısına negativiteyi koyalım ve bir düşünelim bakalım; belki kendimizi ifade etme biçimimizde negativiteyi sürekli hegemonyaya teslim etmişizdir; ya da hep yapıcı olmaktan, hep o büyük abiyi kızdırmaktan korka korka ifade etmişizdir taleplerimizi ve hatta bazı zamanlar ufak ufak uzlaşarak o negativite tekeliyle kendimize dar nefes alma yolları açmışızdır … sonuçta, tekrar ediyorum, hep kötümser kalmışsak artık kötümserliğin hiçbir şeye yaramadığını, asıl sorunun negativiteyi tekrar ele geçirmek olduğunu görmemiz lazım. Seni sürekli olumsuzlayan bir negativiteyi, hatırla, sen teslim ettin bilerek isteyerek o tekinsiz ellere, bunlar Hegel filan bilmezler ama işte tam da o bilişsizlikte başlıyor herşey çünkü artık bir Hegel-nano-organizma var ve bunu silip atmalıyız varoluşumuzdan”.

Scroll to Top