Latest posts by Berkay Kırmızıkan (see all)
- Şehrin Karanlık Köşeleri - 29 Ağustos 2024
- ARAYIŞ - 25 Şubat 2024
- Bella Ciao - 12 Mart 2023
Kendi kendime konuştuğum sıradan sabah rutinlerimden birisinde “Uzun zaman oldu.” diyerek bir şeyler karalamayı hayal ettim. Vaktin ızdırap içerisinde akan şelaleleri gibi nasıl geçtiğini, nasıl ‘kısa vade’ denilen şeyin aslında bir simülasyondan ibaret olduğunu düşündüm o sıralarda. Beynimin içerisinde yükselen dalgaların artık zirveye ulaştığını anladım. “Eh, çare kalmadı.” diyerek de geçtim ‘kâğıdın’ başına. -MS OFFICE WORD programının başına-
Aslına bakarsanız -ki birçoğunuz bakmayacak- insanın rahatlama sistemlerinden birisi de yazma olgusudur. Ancak yazma ihtiyacı bir istek ve arzudan çok, Sartre’nin bulantısı, Kafka’nın, insanın midesini bulandıracak kadar yüksek olan ruh hastalığı ve lobotomiye özendirişidir. Bu bağlamdan bakıldığı zaman ‘yazmak’ ön pencereden bakıldığında bir istek veya şehvet; lakin içine girdiğinde beyin sarsıntıları geçirmene yarar sağlayan, yayın hakları da Ortaçağ Katoliklerinde olan birçok işkence türünden sadece bir tanesidir -ancak önemli olanlarındandır. Yani bu rahatlama sistemi aslında mazoşizmin var olduğunun kanıtıdır.
***
Cumartesi sabahı, havada yağmur, çatımın dibinde ıslaklıktan nefret eden güvercin ve yavrusu.
Sinirlerim önceden öldüğü için odamı büyük bir sükûnet ile temizledim. Çoraplar makinede, masamın tozu alınmış, kendimi ‘entel’ zannetmem adına tütsüm yakılmış. İki kilo aldığım için siyah çay yerine yeşil çay demlenmiş. Yani Houston, yazmak için tüm hava ve çevre koşulları sağlanmış durumda. Bu arada hala başlayamadım yazmaya.
***
“Ne yazabilirim?” diye sordum yaklaşık beş saniye önce kendime. Ülkemi yazsam; özgürlüğümü seviyorum. Hayatımı yazsam; kime ne? Anılarımı yazsam; sorsan anlatırım zaten. Sanattan bahsetsem; ortamlarda satılacak bilgi veririm. İnsanlardan bahsetsem; hoşlanmadığım konulardan söz açmayı sevmem. Hepsini birden yazmak istesem; kaosa meydan çıkarmak hoşuma gitmez. Yaz(a)mamaya karar versem; şu an yaptığımın da ondan pek bir farkı yok zaten.
-Düşünmek İle Geçen Yaklaşık Yedi Dakikanın Sonrasında-
Oturdum ve ömür gibi geçen yedi dakikanın sonrasında yazmaya karar verdim. Bahsedecek olduklarım ise tamamen bildiğiniz şeyler. Hayatınızda var olan ve olmaya devam edecek olan şeyler. Yani burada evrenin kadim sırrına vakıf olamayacaksınız. Aslında burada geçirdiğiniz her dakikayı çöpe atacaksınız. Aynı şu ana kadar yaptığınız gibi. Çünkü hiçbir haltı size öğretmeyeceğim. Hayır, öğretmen değilim. Ne tür konuları bilmek istediğinizle de zerre ilgilenmiyorum. Kızgın mıyım ben yoksa biraz? Yok değilim. Sadece çoğunuzu sevmiyorum. Ben hala daha başlayamadım değil mi?
***
Mono Lisa tablosu geldi aklıma bir anda. ‘Sırrı’ çözülemeyen tablo! Lan oğlum tablo işte. Neyse konumuza dönelim. Yoksa dünyanın en zekisi seçilmiş adamına laf atacağım.
Çiçekler de ottur mesela gözümde. Hayvanlar değerlidir, dosttur. Çoğu insan görünümlü bir torba dolusu organdan daha iyi dosttur hatta.
Dağları severim. Everest’e tırmanmak gibi bir hayalim yok ama. Hiç uğraşamam. Everest’e tırmanmaktan çok daha zor işlerle uğraşıyorum ben zaten. Örneğin, her cumartesi çamaşır yıkamak; tanrım! -T’si büyük olmalıydı sanırım.
Selim aradı geçen gün. Açtım, sonra döneceğimi söyledim ama dönmedim. Küsmemiştir herhalde. İki küfürleşir, barışırız.
Doktordan yeni Rock’n Roll listeleri almam lazım. Rock Eczane’den Aziz aradı. Haftaya kadar yenilerini tedarik etmem lazımmış.
Bla bla bla bla bla bla bla.
Üzerime gelmeyin. Yazmak için konu bulmaya çalışıyoruz şurada!
***
Ryuichi Sakamoto – Merry Christmas Mr. Lawrence
Yukarıda, adını asla okuyamadığım, bunun için de gama kedere kapılmadığım herifin (heriftir herhalde) Bay Lawrence’a yeni yıl dileklerini açtım. Yardımı dokunacağından hiç şüphem yok. Şimdi başlıyorum yazmaya, hazır olun.
-Beş Dakika Sonra-
Adi herif!
***
“Şu üç yıldızımsı şey hayat kurtarıyor he.”
***
Çok uzun zamandır alkol içmiyorum ben biliyor musunuz? Kitap okumayı da bir süredir kestim. Yıldızlarda gezinen tayfanın üst ‘liderleri’ de hala antipati uyandırmaya devam ediyor. Bu arada, orada da yıllar öncesinden kalma yazılarım var, geçen doktorla baktık. Ha ha! Zaten sevmediğim yerlerde bulunmak gibi bir adetim vardır. Şu an hiç başlamamış yazamayan yazarlık kariyerimi baltalıyorum değil mi? Neyse, devam moruk!
ARADAN GEÇEN BİRKAÇ SAAT SONRA
Sanırım bugün de yazamayacağım. Bugün de sizlere müthiş aşk dolu, romantizmin doruklarındaki ya da tam tersi bunalımın pençesindeki bir yazar gibi gözükemeyeceğim. Sanırım bugün de ben size hiç umursamadığınız o duyguları yaşatamayacağım. Ne var ki gördünüz işte ne olup bittiğini. Anlattım bir şeyler, çoğu size dalga geçmek gibi geldi. Ciddiydim. Ciddiyim. Ciddiyete devam ediyorum.
Yazmak için yazabilmek veya yazamamak adına müthiş bir şölen düzenlemek. Bahsettiğim nokta tam olarak bu. Harika saatlerim geçti az önce burada. Müthiş şeyler geldi aklıma. Birçoğunu siz okumayın diye yazmadım. Haberiniz olsa farklı tanırdınız. Ancak aynayım ben. Ne gösterirseniz oyum. Ne gösterdiniz ki şu ana kadar ne göreceksiniz?
Son Üç Yıldız ***
Şimdi kalkıyorum. Kahvemi içip, spora gideceğim ve düşüneceğim. “Bugün de yazamadın Berkay. Harika bir iş çıkardın.” diyeceğim kendime. Salonda benden daha kaslı olan çocuğu dövme planları yaparken aklımın bir ucundan geçecek bu düşünceler de. Anlattıklarımın yanında anlatamadıklarımı düşüneceğim. Ufak bir tebessüm edeceğim. Döneceğim evime ve balık yiyeceğim. Sanıyorum istavrit alındı. Başka bir şey de olabilir. Çok önemli değil. Çiçekler ottur, balıklar da balık.
Bella Ciao