Latest posts by Berkay Kırmızıkan (see all)
- Şehrin Karanlık Köşeleri - 29 Ağustos 2024
- ARAYIŞ - 25 Şubat 2024
- Bella Ciao - 12 Mart 2023
Adı Tuna. Şu an yirmili yaşlarının sonuna doğru emin olmayan adımlarla ilerleyen işsiz, güçsüz, serseri ve bir o kadar da iyi yürekli bir insan.
Uzun yıllardır tanıyorum onu. Aşırı içkiden dolayı alkol komasına girdiği gece yanındaydım. İlk panikatak geçirdiği zaman da öyle. İntiharı düşündüğünü ve bunu açıklayacak en uygun kişinin ben olduğumu, çünkü ona benzediğimi söylediği zaman da direkt olarak gözlerine bakıyordum. Adı Tuna. Adını öğrendikten yıllar sonra hikayesini de bileceğim Tuna…
Bir insan için en zoru başka bir insandan yardım almak olabilir. Çünkü insan kendisini her ne kadar iyiliksever ve cömert ve merhametli ve vicdan sahibi kişilerin eline bıraksa da kendisindeki o yetersizliği görmezden gelemez. Hikayemizin kahramanı da kendisindeki eksikliği her zaman görmüş ve bunun için bazen tanrıya lanetler okumuş bazen de tek teselliyi ona sığınmakta bulmuştur. Ne yapacağını bilemeyen bir eksik insandı o. Gözle görülemeyecek kadar çok acısı vardı. Gözle görülecek kadar da hüznü.
“Sana bir şey söyleyeyim mi Berkay?” diye başlardı her zaman konuşmaya. O saatten sonra da benim vereceğim cevabın bir önemi kalmazdı. Her ne dersem diyeyim onun bir şekilde anlatacağını bilirdim.
“Berkay bence biz uzaylılar tarafından yaratıldık. Nereden anladın diye sor?” diyerek devam ederdi konuşmasına. Kaşlarımı yukarı kaldırarak ve sağ elimin avuç içini ona doğru uzatarak devam etmesini isterdim. O konuşurken pek konuşmazdım. Çünkü acının delirttiği bir insanı -gerçek bir deliyi- izlemenin hayranlığını taşırdım o an. “Bence bu dediğimi bir düşün.” diyerek son noktayı koyardı. Öyle şeylere inanır ve öyle şeyler söylerdi ki; mesela uzaylı konusunu konuşurken yanımıza bir NASA çalışanı gelse uğrayacağı dehşeti görmek isterdiniz. Ama asla Tuna’nın saçmalıklarından dolayı değil. Tam aksine hem bu kadar şey düşünüp hem de nasıl bu kadar yanlış sonuçlar elde edebildiğine şaşırırdınız. Aslında Tuna, herkesin yaptığını yapmıyor muydu? Yani demek istediğim, genelleme yapacak olsam çoğu kişi içinde çok düşünüp yanlış kararlar aldığını söyleyemez miyim?
Aradan sadece bir gün geçerdi ve Tuna heyecanla beni arayıp; “Dün söylediğimi boşver. Tek gerçek Allah” derdi. O gün Tuna’ya yolda rastlayamazdınız çünkü bir gün önce kendisini başka gezegenden bir sünepenin yarattığını söyleyen kahramanımız, ertesi gün başını secdeden, bedenini camiden ayırmazdı. Hatta hızını alamayıp sünnet gereği diye duyduğum sakal duası ritüelini yaptırırdı. İki gün sonra ayrılacağa işine başvuru yaparken de birkaç gün önce ne yaptığını hatırlamadan yüzünü jilete vururdu. Birkaç gün sonra “Namaz kılmalar nasıl gidiyor? İyi geldi mi?” diye sorduğum da ise “Ben ateistim artık” diyerek yüzüme öfkeli bakışlar atardı.
Tuna’nın bazen bu hareketlerini şımarıkça bulur ve hatta ona inanmayı reddederdim. Kimsenin bu kadar değişken ruh halleri olabileceğine inanmazdım çünkü. Bazen onun, sadece bir şımarık olduğunu ve tamamen ilgi görme çabasından dolayı bunları yaptığını düşündüğüm zamanlarım olmadı değil. Ancak bir gün, babasıyla beraber sokakta, ellerini birbirlerinin omuzlarına atmış tam bir Yeşilçam ailesi pozu verirken yanlarındaydım. Harika görünüyorlardı. Annesi Zehra Hanım da o sırada orada olsa muhteşem bir görüntü çıkardı. Ancak bir gün sonra babasını darptan hastanelik ettiği zaman da oradaydım. Hastane koridorunda dizlerinin üzerine çökmüş bir vaziyette görmüştüm onu. Beni görünce üzerime yürüdü. Sinirli ama bir an için hüznünü yakaladığım gözleriyle beni süze süze yanıma ulaştı. O an ellerim arkada yumruklarımı sıktım. Dostuma karşı, bir deliye karşı bilinçaltım uyarı veriyordu. Ancak o beklediğim gibi bir şey yapmadı. Tuna yanıma geldi ve bir an bile duraksamadan sıkıca bana sarıldı. Küçük küçük iniltilerini duyuyordum. Sıcak nefesini hissediyor ve omzumun ıslandığını anlayabiliyordum. O da artık dayanamıyordu. Yaşadığı zulmün farkındaydı ancak elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Bu olay yaşandıktan sonra bir süre onu göremedim. Kendisini ‘Çilehanem’ dediği odasına kapattığını düşünmüştüm. Onun yokluğunda onun hakkında çok düşünmüyordum açıkçası. Bana göre hakkında düşünülecek kadar anormal bir insan değildi. Acınası durumda hiç değildi. Sadece acıları vardı. Çektiği acılara karşı da kafasından birkaç tahtanın eksilmesi içten bile değildi.
Peki en başta ne olmuştu? Onu bu hale getiren, onu belki de o yapan olay neydi? Bilmiyorum. Hiç anlatmadı. Ancak yıllardır tanıdığım kadarıyla çocukluk travması olabileceğini söyleyebilirim. Tabi ki sadece bir tahmin ancak bir yerde çocukken yaşanılan travmaların hiç geçmediğini okumuştum. Onunki de böyle bir şey olabilir, bilmiyorum. Bilmediğim bu şeyin karşılığında yıllarca ona dostluk ettim. Çok da öğrenmek istemedim zaten. Beni ilgilendirmiyordu ve bunu Tuna’ya sorsam; beni ilgilendirmediğini çok açık ve sert bir dille kendisi de söyleyebilirdi. Evet, belki de korktuğum için sormaktan kaçındım.
***
Bir sabah telefonumun çalmasına uyandım. Arayan kişinin kim olduğuna bakmadan, homurdanarak açtım telefonu. “Kapının önündeyim” dedi Tuna. Pijamalarımla indim aşağıya. Yüzü gülüyordu. Beni o halde görünce tebessüm eden dudakları iyicene aralandı. Ama bunun üzerinde ikimiz de durmadan bana doğru sokulup; “Âşık oldum kardeşim” dedi. Yüzüne bakmaya devam ettim. Herhangi bir şey söylemeden önce onun konuyu biraz daha açmasını bekledim. “Bir süredir konuşuyorduk. Dün gece yarısı buluştuk. Sabaha kadar bir bankta oturup muhabbet ettik. Berkay sanırım bu sefer buldum doğru kişiyi.” dedi. Heyecanlıydı. Hala bir şey demekten kaçınıyordum. “Suratıma bakmayı kes ve bir şeyler söyle artık” derken sinirlenmeye başlamıştı.
“Moruk ne diyeceğimi bilmiyorum” dedim. “Sen bu konular hakkında çok fazla alakadar bir insan değildin. Bir gece de nasıl anladın doğru kişi olduğunu.” dedim. Hata yapmıştım.
Tuna sadece yüzüme bakmakla yetindi ve birkaç saniye geçtikten sonra hiçbir şey demeden çekti gitti. Aylar boyunca görmedim onu. Onca yıllık dostluğum, yardımım, ona ayırdığım vakitler birisine ‘doğru kişi olmayabilir’ demeye çalıştığım için yerle bir oldu. Gerçi ona da bu yakışırdı. Aylar sonra ‘doğru kişi’ dediği yegâne aşkı ondan ayrıldığında tekrardan benim evimin kapısının önündeydik. Hayata karşı mola vermemişti belki ama en azından bir süre gönlü rahat dolaşmıştı. Tabi, kızın ondan gidişiyle beraber sıkıntısına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Bu konuda hiç konuşmadı. Sanıyorum bana karşı mahcupluğundan dolayıydı. Evime geldi. Bahçede oturduk ve “Hülya benden ayrıldı” dedi. Hepsi bu kadar. Hülya ismi hayatımda ilk ve son kez anılmış oldu bu sayede.
Yola çıktığım ve uzun yıllarca geri gelmeyeceğimi düşündüğüm vakit Tuna ile vedalaşmadım. Buna gerek duymadım. O da vedalardan hiç hoşlanmazdı. Zaten yeterince veda ettiği insan vardı. Bir yenisine daha ihtiyacı yoktu. Onunla son kez oturduğumuz zaman, ben bunun son görüşmemiz olduğunu biliyordum. Ancak onun bundan haberi o an için yoktu. Ertesi gün evime geldiğin de annem ona gerçeği söyleyecek ve ardından beni arayıp “Senden nefret ediyorum adi herif” diyerek aklına gelen tüm küfürleri edecekti.
Yıllarca görmedim Tuna’yı. Ruh hastalıkları merkezine yatmış. Yatmadan hemen önce de zaten dışarıda, bir park bankında uyurken polisler tarafından bulunmuş. Bulunduğu zamandan bir süre önce evden kaçmış. Ardından ailesiyle görüştürülüp ortak kararla yatırmışlar.
Tuhaftır.
Yaşıtları evlenip çocuk sahibi oldular. Kendilerince ‘güzel’ bir hayat yaşıyorlar şimdi. Tuna ise gerçek dâhilerin arasında şişman hemşireler tarafından iğne yiyor.