Yazmamak

The following two tabs change content below.
Berkay Kırmızıkan
Country ve blues dinler, filtre kahve içerim.
Berkay Kırmızıkan

Latest posts by Berkay Kırmızıkan (see all)

“Yazmalıyım.” diyordum kendi kendime. “Ne olursa olsun, yazmalıyım. Yazmazsam eğer; dilimin ucuna dahi getiremediğim bu düşünce ordusu, uzun süreli uykusundan uyanmış, kızgın ve aç bir ejderha gibi ruhumu kemirmeye başlayacak. Yazmalıyım!” diyordum ümitsiz bir şekilde önümde duran bomboş sayfaya bakarken.

Önce dakikalar aldı tek bir kelime yazabilmek. En başta, hiç umursamadığım o okuyucu kitlesinin okumasını istediğim ilk kelime, ilk çığlık, ilk haykırış, tahmini beş ya da altı harflik ilk kelime; bunu yapabilmek dakikalarımı aldı. “Başardım!” Gururluydum. İlk kelimeyi yazabilmiştim. Yazının yarısı çoktan bitmişti bile. Kendimi biraz daha iyi hissetmeye devam ettim. Biraz daha tatmin ettim kendimi. Ardından -her zaman olduğu gibi- duraksadım. “Olmadı.” dedim. “Bir şey eksik -her zaman olduğu gibi.“

Biraz sonra başladığım noktaya geri döndüm. Önümde yine renginden nefret ettiğim boş sayfa bana bakıyordu. O bakışlarının altında benimle dalga geçmesine, iğrenç rengini göstermeye devam etmesine izin verdim. Dalıp gittim o sonsuzluğun içinde ve o sonsuzluk acı veren bir olguydu gözlerimde. Tek bir kelime yazabilmek için devam ettim acı çekmeye. Çektiği acıyı sebeplere bağlayan her yaralı insan gibi ben de bu durumu kafein eksikliğine bağladım. Kalktım ve bir filtre kahve koydum. Tekrar boş sayfanın karşısına geçtiğimde ise artık geride kalan dakikaların oluşturduğu saatlerdi. Şafak sökmüş, dibimdeki iş makineleri çalışmaya başlamıştı. Sonra bir kelime daha çıktı ortaya. Hemen ardından yok oldu gitti.

-Berkay ders başlamak üzere. Nerede kaldın?

-Yazmalıyım.

-Efendim?

Kapadım. “Tamam.” demesini elbette ki beklemiyordum. O yazmakla alakalı bir lanete sahip değildi. Kendisini pekâlâ sözleriyle ifade edebilirdi. Anlayamaması normaldi. Benim ise milyonlarca ve hatta sayısız söylemem gereken sözün üstüne kurabilecek tek bir kelimem bile yoktu. Bukowski bir yerlerde eline şarabını almış (direkt şişeyi) bana gülüyordu.

[…]

Saatler geçmeye devam etti. Öyle ya, bir de beni bekleyeceklerdi sanki? Tabi benim açımdan da sıkıntı yoktu çünkü zamanın durmasını istemediğim anlardandı o aralıklar. O yüzden ilgimi çekmiyordu hangi günü ve günün hangi aşamasını yaşadığım. Benim derdim ‘kelimeydi’. Bana sükûneti sağlayacak olan o sihirli sözdü hazzını hissedip de yaşayamadığım.

Duvarları inceledim, müzikler dinledim, abimi aradım. Adına ‘İlham’ dedikleri o şıllık perinin gelmesi için elimden ne geliyorsa yaptım. İşte tam da o anda bir söz çıktı ortaya. Vazgeçmemeyi ümit ederek yazdım onu. Ardından da tahmin etmesi hiç zor değil, vazgeçtim. Artık geride kalan saatlerin oluşturduğu günün evreleriydi.

-Berkay mesai başladı. Yoldasındır umarım!?

-Yazmalıyım.

-Ne diyorsun oğlum?

Kapadım.

[…]

Gözlerim kızarmaya başlamış, ayaklarım uyuşmuş, karnım acıkmış, tuvaletim gelmiş bir şekilde -rezil bir durumda- devam ettim bakınmaya. Oralarda bir yerdeydi. Kendisini çekip çıkarmamı bekliyordu. Bana ihtiyacı vardı ve yolumu gözlüyordu. Haykırıyor, avazı çıktığı kadar bağırıyor ancak sesini duyuramıyordu. Kendisini bulacağım zamanı ümit ederek hayata tutunuyordu benim değerli kelimem. Serserisiydim onun. Krallar, kraliçeler, kahramanlar ve kendi adının başına rütbesini koymadan kişiliğini takdim edemeyen bir ton çürükten nefret ettiğim için serseriydim. O da beni öyle benimsemişti. Gurur duyuyordu benimle canım kelimem -kendisini bulma kabiliyetini gösteremesem bile.

Kalktım sonunda oturduğum yerden. Ayağım sendeledi ve kıçımın sol tarafına iğne batar gibi oldu. Halilen yüzüm ekşidi gelmiş olduğum duruma. Güzel bir küfürle kustum bende sinirimi. Ardından kahve koydum kendime. “Belki bir kampüs turu zihnimi açmama yardım eder.” diye düşündüm. Pijamalarımla beraber (üzerime ek olarak hırkamı aldım sadece) attım kendimi dışarı.

Dışarı çıktığımda o ana kadar farkına varamadığım yağmurla yıkadım yüzümü. Dönüp şemsiye alabilirdim de ne gerek vardı şimdi buna? Devam ettim. Az ileride bir tentenin altına saklanmış tasmalı bir köpekle sohbet ettim. Baya bir şey anlattım ona dilim döndüğünce. O da bana anlattı birtakım unsurları. Sahibinden çok şikayetçiydi. Adi herif ilgilenmiyordu onunla. Nefret ettim ondan. Yine de güzel bir dertleşme oldu diyebilirim. Köpekten kendisini öpmem için izin istedim. Ardından da sol kulağının hemen arka kısmına kocaman bir öpücük kondurdum. O da yüzümü yaladı. Tekrar görüşeceğimizin sözünü vererek ayrıldım yanından. Kampüse gitmek için ayaklanmıştım ki kendimi bir anda boş sayfanın önünde buldum.

Islaktım ve kokuyordum. Saçlarımdan düşen damlalar yatağımı ıslatıyordu. Artık suyun içinde olmadığım için sırtımdan aşağıya doğru süzülen sular daha net bir şekilde kendisini hissettiriyordu. Buna karşın ben hala bir kelime bulamamıştım.

[…]

Ertesi gün aklıma yeni bir fikir geldi. Yazı dilinde sesli bir şekilde konuşacaktım. Bu şekilde hem dilimden dışarı istediğim kelimeler dökülecek, hem de ben bu kelimelerin arasında bana ihtiyacı olduğunu hissettiğimi bulabilecektim. Kahveyle beraber küçük odanın içinde volta atmaya ve söylenmeye başladım. Bir ton şey anlattım. Kendimi hazır hissedene kadar bu ritüele devam ettim. “Bu sefer olacak!” demiştim sayfanın önüne oturduğumda. Olmadı.

***

Aradan günler geçti. Canımın istemesinden dolayı yaptığım birkaç şey dışında hiçbirini umursamadığım hiçbir sorumluluğu yerine getirmeden oturdum boş sayfanın karşısında. Onlarca kahve ve yüzlerce müzik tükettim. Kendimi bitirdim. Ancak sonunda, tek bir kelime için çıktığım bu savaşın sonunda önümde paragraflarca yazı bulunuyordu. Yüzümde tükenmişliğin buruk tebessümü vardı. Artık zamana geri dönebilirdim. Daha doğrusu bu süreçteyken umursamadığım zamanı, umursamamaya devam etsem dahi, biraz daha hızlı geçmesi için yakalamaya çalışmalıydım.

Yorgunluğumdan dolayı sayfaların önünden hemen kalkamadım. Olan durumu sindirmek için biraz daha vakte ihtiyacım vardı. Bekledim, bekledim ve bekledim. Ardından da hiç tereddüt etmeden yazdığım ne varsa sildim. Bir kopyası daha yoktu. Taslak yoktu. Not yoktu. Anlık bir kararla savaşın sonucunda elde ettiğim ganimeti boşluğa kendi ellerimle saldım. Bunu yaparken de yaptıktan sonra da hiçbir şey hissetmedim. Dakikalar ve saatler ve gün evreleri ve günler geçmişti. Kalktım bir kahve daha koydum kendime. Sakince izledim etrafı. Ardından da tek bir kelimenin içerisinde iki farklı anlama sahip bir söz belirdi aklımda.

Yaz(a)madım.

Scroll to Top